Pazar günlerini sevmem. Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem...
Çünkü pazar günleri erkeklerin "Futbol maçı" kadınların da "Allah'ın cezası" dediği şeylerin oynandığı gündür.
Oysa ben futbolu severim. Hatta basın kartım olmasına rağmen açık kart bileti alır amigonun hemen arkasına oturur "İ... hakem, sahaya ineriz a..nızı s...riz" şeklinde hançerenin en mahrem yerlerinden küfürler savurmayı severim. Maç çıkışlarında kasap bıçağı ile birbirine girenlerin arasında beni görebilirsiniz ama bunların hepsi bir şartla sevgili seyirciler.
Fenerbahçe'nin maçının olması koşuluyla. Çünkü birçoğunuzun bildiği gibi Fenerbahçeliyim. Hatta - ölçümü nasıl yapılır bilmiyorum ama - sapına kadar Fenerbahçeliyim.
***
Eğer ki o hafta Fenerbahçe'nin maçı varsa zaten işim kolay.
Ama Fenerbahçenin maçı yoksa ve ben Beşiktaş veya Mecidiyeköy civarından geçmek zorundaysam stad kalabalıkları beni mahvediyor. Adım adım giden bir trafikte kahroluyorum. Mecidiyeköy'de arabanın ön kaputuna vurarak ve "Hoop usta yol ver bakalım" diyerek geçen Ali Desidero'lara sahte sahte gülümsüyor, içimden de "Aslında şu anda sizi önümde giden otobüsün arkasına poster olarak yapıştırmak vardı ama geçin bakalım benim sevimli varoş sakinlerim" diyorum.
Bayrampaşa'dan, Kadıköy'den, Tuzla'dan kopup gelen, (Eyvah Tuzlalı dedim. Tuzlalı okurum şimdi gene bana kızacak) eli sarı kırmızı bayraklı kalabalıkları yüz diazem almış bir sinir hastasının en masum sayılabilecek gülümsemesi ile seyrediyorum.
Herkesin "en büyük cimbom" diye bağırdığı Mecidiyeköy'de "Hadi lenn. En büyük Fener" diye bağıramamanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Aslında bağırmanın da ne demek olduğunu bilemezsiniz.
Ama ben bilirim. Arabam hala ön cam bekliyor.
(Bu paragrafın özeti: Aynı şeyi Fenerbahçe stadının civarında yaşayan sevgili Cimbomlu ve Beşiktaşlı sapına kadar taraftarlar, Moda'dan denize atlayın, Göztepe'den çıkın. Çok daha kestirme oluyor.)
***
Bunun bir de Beşiktaş versiyonu var.
Genel yayın yönetmenim - ki makamı her iki cihanda cennet olsun - Beşiktaşlı olduğu için söylediklerime daha dikkat etmeliyim aslında ama Beşiktaş'tan sıkıysa maçın olduğu bir gün geçin bakalım. (Fenerbahçe bayrağı ile değil elbet. Bunun nasıl bir duygu olduğunu siz bilemezsiniz ama ben bilirim. O arabamı ertesi gün kiloyla satmıştım.)Trafik daha Barbaros Bulvarı'nın Barbaros'unda kilitleniyor. Bulvara gelene kadar arabalar "gıdım gıdım" denilen İsveç ölçü birimi kadar ilerliyor (1 gıdım yaklaşık 2.5 santim).
Maçın sonuna kadar tam stad kapısının önüne geliyorsunuz, bu kez de maç bitiyor.
"Nasıl olsa maç biti, şimdi dağılırlar" diye düşünüyorsanız asıl hatayı işte o zaman yapıyorsunuz. Maçtan sonraki saha içi röportajları sırasında kameraya el sallayan asıl büyük kalabalık, küçük kalabalık dağıldıktan yarım saat sonra staddan çıkıyor.
Maç boyunca hayasızca küfürler savuran (Evet ben de maç sırasında kendimden geçip birbuçuk saat boyunca ağza alınmayacak şeyler söyleyebilirim ama bunların hepsi sadece hakemin cinsiyeti ile fikirler hepsi bu kadar) bu kalabalıkların eğer takımları yenilmişse kendi takım otobüslerinin camlarını indirmek, hakem arabasını sıkışık trafikte yakalayıp döner bıçakları ile bir buçuk iskendere çevirmek gibi görevleri de var. Yani trafiği sıkıştıran nedenler maç bitince bitmiyor.(Bu paragrafın özeti: Eğer atlamaya cesaretiniz yoksa Fenerbahçe'min nazik taraftarlarının yanında en büyük cimbom diye bağırın yeter.)
***
İşte bu yüzden pazar günlerini sevmem. Aynı yerlerde maçlar cumartesi günleri oynanıyorsa cumartesi günlerini de sevmem. Çarşambaları kupa maçları varsa çarşambayı sel alır...