Venedik’te aldığı Altın Aslan’ın yanı sıra, pek çok festivalde çok sayıda ödül kazanan “Nomadland” son olarak geçen hafta En İyi Yönetmen ve En İyi Drama Filmi dalında Altın Küre’nin de başını döndürdü. Daha önümüzde Oscar var. Oradan da haklı ödüllerini alacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Biz filmi 39. İstanbul Film Festivali kapsamında, filmekiminin sadece iki gösteriminde izleyebildik. Pandemi nedeniyle salonları doldurması için biraz daha bekleyeceğiz gibi.
“Nomadland”, Jessica Bruder’in “ Surviving America in the Twenty-First Century/Yirmi Birinci Yüzyılda Amerika’da Hayatta Kalabilmek” adlı kitabından Chloe Zhao tarafından sinemaya uyarlandı. Başroldeki Fern karakterini ise sinema dünyasının en iyi oyuncularından biri olan ve bu filmde de hayranlık uyandıran Frances McDormand canlandırıyor. Film boyunca, filmin derdini ifade eden hikâyeler anlatıyor yüzüyle. Bir bakış, bir gülümseme, bir mimikle...
Peki, kim bu Fern?
Fern, kocası Bo ile mutlu bir hayat süren, 60 yaşlarında bir kadın. Ne var ki 2007-2008 kriziyle birlikte Nevada’da çalıştıkları fabrika kapanınca, işsiz kalıyor. Hemen ardından kocasını kaybediyor. Art arda gelen bu kayıplardan sonra gerek ekonomik zorluklar gerek acısını hafifletme isteğiyle küçük karavanıyla yola revan oluyor. Çıktığı yol onun içsel yolculuğunun rotası aynı zamanda. Her şeyden önce, ev dediğinin bir dört duvar olmadığını fark ediyor. Nitekim filmde “Evsiz değilim, evim yok” sözüyle bunun altını çiziyor. Onun evi karavanı. O evini içinde taşıyor.
Karavanıyla beraber, Amerika’nın değişik şehirlerini ve bölgelerini dolaşmaya başlıyor Fern. Bu süreçte geçici işler yapıyor. Kargoları üretim bandına yerleştirdiği de oluyor, tuvaletleri temizlediği, restoranda patates kızarttığı da. Tekinsiz ve zorlu karavan yaşamının inceliklerini öğreniyor. Onun gibi yola revan olan göçebelerle ilişkiler kuruyor. Ki o insanlar da ekonomik kriz sonrası işsiz kalan, yoksullaşan orta sınıfın orta yaşlı/yaşlı insanları. Onlar da yerleşik bir ev hayatı içinde yaşamını sürdürecek ekonomik koşullara sahip olmadıkları için karavanlarıyla hayata devam etme kararı almışlar. Geçici işlerde çalışarak kazanıyorlar hayatlarını. Ve onlara komşuluk, yardımlaşma, dostluk gibi yerleşik hayatın artık kaybolmaya yüz tutmuş değerleri eşlik ediyor. Zaman zaman birbirlerine içlerini döktüğü toplantılar oluyor. İnsan ilişkiyle var olabilen bir canlı olduğundan, varoluşlarını bu geçici yol arkadaşlarıyla birlikte yapılandırmaya devam ediyorlar. Hayat tecrübesi olan, mücadeleci, yaşamak için zorlu bir yolculuğu göze alabilmiş özel insanlar hepsi. Fern için, içsel yolculuğunun mihmandarları her biri.
Ev. Evsizlik. Yola çıkmak. Kayıplarla yüzleşmek. Yola devam etmek. Hayatı sorgulamak. Karton bardakta sade bir kahve ikramıyla mutlu olabilmek. Dört duvarın yarattığı konfor alanı olmaksızın yaşamı sürdürebilmek. Yaşama sanatına yeni anlamlar katmak. Hikâyesi uzun, hikâyesi derin “Nomaland”in.
Pandeminin bir an evvel bitmesi, kendine yolculuğa çıkmak isteyenlerin bu muhteşem filmin beyazperdeye kattığı renklerle buluşması dileğiyle.
İyi pazarlar.