Adı Fatma Kayacı. Nam-ı diğer Robinson Nine. 86 yaşında. Tam 56 yıldır Trabzon’un Tonya ilçesine bağlı yaklaşık 2 bin metre yükseklikteki Karakısrak Yaylası’nda tek başına yaşıyor. Çok çocuklu bir ailenin kızlarından. Biraz dikbaşlı, özgür ruhlu, bildiği yoldan şaşmayan. Niye bilinmez babası evlendirmek istemiyor Fatma’yı. Gel zaman git zaman, Fatma ile ailesi arasındaki kuşak farkı büyüyor. Belli ki Tonya’nın erken dönem feministlerinden Fatma. Alıp başını yaylaya çıkıyor. Arada kardeşleri, ailesi ziyaret ediyor ama o tek tabanca yaşamayı çoktan göze almış durumda. Bu süreçte, abisinin oğlu Ali Haydar en kıymetli misafiri oluyor. Oğlu gibi seviyor saralı bu tatlı çocuğu. Annesinden, babasından daha fazla emeği geçiyor ona. Ama Ali Haydar ele avuca sığmaz bir çocuk. O kadar ki bazen onu ağaca bağlayıp işlerini görmeye devam ediyor Fatma Kayacı. İnsanın nefesini kesen zor bir coğrafyanın güçlü Karadeniz kadınlarından biri o. Doğaya adeta kafa tutarak, önüne serdiği güçlüklere meydan okuyor..
Can yoldaşı kedisi
Ama hayat bu ya. 80’lerin ortasında koca bir şamar atıyor Kayacı’nın yüzüne. 15’indeki Ali Haydar, Fatma Kayacı’nın hayvanlarla ilgilendiği bir sırada, evdeki fasulye kaynatılan koca kazanın üzerine düşüyor geçirdiği sara nöbeti yüzünden. Kaynar sular boşalıyor çocuğun bedenine, sonrasında kazanın altındaki ateş sarıyor tüm vücudunu; oracıkta yanarak ölüyor Ali Haydar. Dünyası başına yıkılıyor Fatma Kayacı’nın, Ali Haydar’a sahip çıkamadım diye.
Köylü, vadesi bu kadarmış deyip tevekkül içinde karşılıyor durumu ama aile, bu ölümden Fatma Kayacı’yı suçlu tutuyor. Abisi onu olayın tek sorumlusu görüyor. Amca oğlu okkalı bir Osmanlı tokadı akşediyor Fatma’nın yüzüne, 85’inde hâlâ yankısını duyduğu.
Bu dışlanmalardan sonra ara sıra indiği Tonya’yla tüm bağını kesip kendini Karakısrak Yaylası’na hapsediyor Fatma Kayacı. Yayla dediğim tarifsiz bir çoğrafya. Yeşilin binbir tonu, ağaçlar, çiçekler, yalaklardan akan buz gibi sular… Hani görseniz cennet burası olmalı dersiniz. İyi ama suçluluk duygusu içinde yaşanan cennet, cennet midir? 40 yıla yakın orada çetin doğanın pastoral büyüsü içinde akrabalar tarafından suçlanarak ayakta kalmaya çalışmak, yaşamak için inat etmek? Üstelik bir başına. Yaş ilerlerken, 60, 70’i, 70, 80’i, 85’i kovalarken… Taştan yapılmış iki göz bir evde. Koruyup kolladığı arazisinden tek bir ağaç bile kestirmeden, yaylada koca bir orman yaratarak, hayvan yemleyerek odun topayarak, lahanayı suyla pişirip katık ederek… Tek can yoldaşı olan dünya güzeli bir kediyle birlikte.
Kadının gücü
Bu muazzam Karadenizli kadının, Fatma Kayacı’nın hikâyesini yönetmen Orhan Tekeoğlu pandemi koşullarında 2020 Ağustos’unda çekti: “Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikâyesi”. Belgesel bu yıl İtalya’da düzenlenen NuoviMondi Film Festivali’nde 600 eser arasında Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Kasım ve aralık aylarında gösterimleri olacak. Dijital kanallarla da görüşmeler sürüyor.
Aman bir yerlere not edin. Kaçırmayın. Zira bugüne kadar izlediğim en özel belgesellerden biri bu. Tekeoğlu’nun derinlikli şiirsel gözünde hayat bulmuş olağanüstü bir kadın hikâyesi. 30 küsur yıldır yas tutan, suçluluk duygusunun en kuytularında kendini cezalandıran ama hayattan vazgeçmeyen şahane bir kadının… Bir varoluş hikâyesi ki, Sartre izlese kavanoz dibi gözlükleri yaşla dolardı; gel bak derdi Simone de Beauvoir’a, Simone, Fatma Kayacı’nın hikâyesini yazmaya karar verirdi. Şahane de yazardı. Böyle bir belgeselden söz ediyorum.
Bir Karadeniz kadını olduğum için Fatma Nine’nin hikâyesi içimdeki gücü hatırlattı bana. Zor bir dönemden geçiyorum. Hallederim dedim. Değil mi ki Fatma Nine 56 yıl mücadele etmiş, ben de aynı coğrafyanın kadını olarak üstesinden gelirim.
Robinson Nine’nin hikâyesi hepimizin içinde saklı olan güçlü kadını hizaya getirecek kudrette. Mutlaka izleyin.
Elinize, kalbinize sağlık Orhan Tekeoğlu. Kadınların erkek eliyle mezalimin her türüne maruz kaldığı bu coğrafyada sizin gibi yönetmenlerin varlığı kısa günün kârı. İyi ki varsınız. Siz ve yapımcınız Nurdan Tekeoğlu. İkinize de teşekkür ederim. Sevgilerimle.