İnsanları, hikâyeleri üzerinden değerlendirmeyi öğrendikten sonra asla affetmem dediklerimi affettim. Böyle bir kötülüğün izahı olmaz dediklerimi anladım. İnsanların hikâyelerinin, onların doğrularını ve yanlışlarını açıklayacak zenginliğe sahip olduklarını fark ettim. Her insanın bir hikâyesinin olduğunu, biricik olduğunu ve davranışlarını açıkladığını. “Anlamak”, affetmeyi getirdi ama onları ‘artık’ hayatıma almama tercihimi de kullandım hep. Bu farkındalığın faydası insanı hayli yoran nefret duygusundan kurtulmam oldu.
Hayran kaldımİşte bu yüzden çok ama çok önemserim insan hikâyelerini. Biyografileri, otobiyografileri, bir kişinin hayatını anlatan belgeselleri çok severim. Sadece öfkemi geçirdikleri için değil, sevgimi anlamlandırdıkları için de...
Oscar’lı yönetmen Ron Howard’ın “Pavarotti” belgeseli çektiğini duyduğumdan beri filmi merakla bekliyordum. Pavarotti’yi severim. Howard’ın başarılarla dolu filmografsi bir yana şizofren matematikçi John Nash’in hikâyesini anlattığı dört dalda Oscar ödülü kazanan “A Beautiful Mind/Akıl Oyunları”nın bendeki yeri ayrıdır. Başucu filmlerimden biridir.
Bu duygularla izledim Howard’ın “Pavarotti” belgeselini. Hayran kaldım.
İnsanları operaya çektiBelgeselde, Pavarotti’nin çalışma arkadaşlarına, ilk eşine, çocuklarına, ikinci eşine uzatıyor mikrofonu Howard. Hepsi bildikleri Pavarotti’yi, onun hikâyesini anlatıyorlar. 1600’lü yıllardan beri aristokratların, burjuvaların, 20. yüzyılda da elit kesimin müziği olan opera sanatının geniş kitlelerce kabul görmesini sağlayan Pavarotti’yi...
Ölümünden sonra insanları operaya getiren bir adam olarak anılacağını vurgulayıp hayattaki en büyük mutluluğunun bu olduğunu söylüyor. En büyük üzüntüsü ise, bütün o dünya turneleri için koşuştururken çocuklarına ‘iyi babalık’ yapamamış olması...
Babası fırıncı bir tenor1935 yılında İtalya, Modena’da dünyaya geliyor Pavarotti. Sıcak, şefkatli bir ailede. Baba, kilisede şarkı söyleyen fırıncı bir tenor. İlk ödülünü 1955’te Galler’de alıyor. İlk çıkışı 1961’de “La Boheme”de canlandırdığı Rodolfo karakteriyle oluyor. Evleniyor. Üç kız çocuğu geliyor art arda dünyaya. “Alayın Kızı” operasıyla şöhreti yakalıyor. New York’ta Metropolitan Operası sahnesinde birbiri ardına çıkardığı ve operada çok kıymetli olan dokuz adet tiz “do” sesiyle tenorlar tarihine geçiyor. “Yüksek do’ların” kralı sıfatını alıyor.
Bir tsunami gibiydi1990 Dünya Kupası’nda Jose Carreras ve Placido Domingo ile birlikte Roma’da “Üç Tenor” konserini veriyor. Dünya futbol seyircisi ‘tenor’un ne olduğunu, sokak satıcılarına kadar her kesim ise operayı öğreniyor. Konser “Bir tsunami gibiydi” diye tarif ediliyor.
Londra’daki korkunç kasırganın ardından sökülen ağaçların yeniden dikilmesi için bağış amaçlı bir konser veriyor. Fırtınalı yağmurlu bir günde, sahneye çıkışının 30. yıl dönümünde herkesin şemsiyelerle geldiği konserde sahne alıyor. Arkadakiler onu göremeyince sahneden şemsiyelerin indirilmesi rica ediliyor. İlk indiren Prenses Diana oluyor. İkinci aryasına başlamadan önce saçları sırılsıklam prensese bakarak “Sıradaki arya ‘Ben böyle bir kadın tanımadım’. İzninizle Leydi Diana’ya ithaf etmek isterim” diyor. O günden sonra yakın arkadaş oluyorlar ve birçok yardım konserinde bir araya geliyorlar.
Daha sonra Pavarotti ve arkadaşları konser serisini başlatıyor. Rock yıldızlarıyla birlikte sahne alıyor. Bono’ya şarkı yazdırıyor.
Âşığım, anlıyor musunuz?Bütün bu süreçte evli. Uzun süren bir ilişkisi de var. Bu ilişki bittikten sonra Nicoletta ile tanışıyor. Kendisinden 34 yaş küçük henüz 23’ünde operanın ne olduğunu bile bilmeyen, at gösterilerinde çalışan gencecik bir kızla. Nicoletta kısa süre sonra MS hastalığına yakalanıp ayrılmak istediğinde “Hastalıkla birlikte savaşacağız. Sanırım aşk sana kendini iyi hissettirecektir” diyor. Bu ilişki açığa çıktığında evli olması ve sevgilisiyle olan yaş farkı nedeniyle dünya basını tarafından topa tutuluyor. O aşkına sahip çıkıyor. Eşinden ayrılıp Nicoletta ile evleniyor. Savunması ise şu: “Ama âşık oldum, anlıyor musunuz?” Bir kız çocukları oluyor. Ne var ki kızı Alice 4.5 yaşındayken pankreas kanserinden ölüyor Pavarotti.
Bono haklıBono haklı: “Onu muhteşem yapan şarkılarını yaşamasıydı”. Aynı zamanda hiç kimseyi incitmemeye gayret etmesi, hayatı tadını çıkararak yaşaması. Howard’ın belgeseli bunu büyük bir incelikle, bir insanın hikâyesini verirken gösterilebilecek en üst seviyede duyarlılıkla anlatıyor.
Öfkeleri, sevinçleri, pişmanlıkları, başarıları, aşkları, zaafları, merhameti, kırgınlıkları, mutluluklarıyla ve mutsuzluklarıyla ilmek ilmek dokunmuş müthiş bir insan hikâyesi “Pavarotti”. Kalbimizi avuçlarının içine alan dâhi bir sesin hikâyesi... “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”nin çok daha fazlası. Genç adam. Orta yaşlı adam. Yaşlı adam. Her yaşıyla Pavarotti... Tüm insani yanlarıyla. Mutlaka izleyin.