"Sıcak Saatler” dizisinden bugüne takip ederim İclal Aydın’ı. Bu sezon “Üç Kız Kardeş” romanından aynı adla televizyona uyarlanan diziyi de hiç kaçırmadan izledim. Öyle bir sezon finali yaptı ki eylülün gelmesini dört gözle bekliyorum. Dizide en sevdiğim oyuncu da kendisi. O kadar doğal bir oyunculuğu var ki rol yapmıyor, roller onu anlatıyor sanki. Onun içindeki farklı farklı İclal’leri. “Üç Kız Kardeş”i bu kadar sevme nedenim, ‘90’larda bir sahil kasabasında postane müdürü bir baba, öğretmen anne ve üç çocuklarının hikâyesini ‘değerler’ üzerinden işlemesi. Masumiyet ve samimiyet karinesi diziye hâkim. Kitapta da olduğu gibi. Hem “Üç Kız Kardeş” hem de diğer İclal Aydın romanlarında olduğu gibi. Bu yüzden çok satıyor kitapları, çok seviliyor. İşin içine lezzetli Türkçesi de girince okur vazgeçmiyor ondan. O yazmaktan, kimi eli kalem tutanlar da hasetlikten. Melani Klein “Haset ve Şükran“ kitabında haset kavramını gayet net açıklar. Haset, iki kişi arasında cereyan eder. Haset eden kişinin arzu duyduğu nesne onda değil, karşısındakindedir. Derdi ise şudur: “Neden bende değil onda? Ve neden onda olan nedeniyle haz duyan o?” Bu düşünce de kızgınlık yaratır kendisinde. Arzu nesnesine sahip olanın canını yakmaya, onu aşağılamaya başlar.
İclal Aydın’ın Artemis Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı “Bunu Sen Oku”da gördüm ki Aydın’ın hayat hikâyesi hasetlere karşı verilen kişisel bir mücadele öyküsü. Oyuncu olarak parladığında “Oyuncu mu sunucu mu ne? Bir kız çıkmış ortaya. Kim bu şimdi? Nerden çıkıp gelmiş? Nasıl yer bulabilmiş kendine?” demeye başlıyor haset edenler. Kitapları ilgi görüp çok sattığında aynı sözüm ona entelektüel koro yine devreye giriyor, yine aynı teraneler başlıyor: Kim bu kadın? Kitap yazmak ona mı kaldı? Zaten de edebiyat değil. Neden çok sattığı bir muamma, vs. “N’olur beni de aranıza alın” diyen bir çocuk gibi çabalıyor yıllarca. Ta ki Çetin Altan kendisine “Bak kızım, içinden hapşırmak gibi, kahkaha atmak gibi yazmak geliyorsa kime ne? Çok yaşa!” diyene kadar.
“Bunu Sen Oku”yu okurken Çetin Bey’in ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Öyle zorlanarak, ıkınarak yazılan yazılar hemen belli eder kendini. Takılır kalırsınız satırlar arasında sık sık. Okuma zevki duymazsınız. Ama İclal Aydın gerçekten de kahkaha atar gibi yazıyor. Cümleleri çağıldayarak akıyor. Çıkardığı seslerin peşine düşüyor, kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
50 yaş hediyesi
“Bunu Sen Oku” bir kendiyle hesaplaşma, kişisel tarih ile yüzleşme kitabı aslında. Anne babasının boşanmasıyla başlayan çocukluk travmaları, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü kazanması, okulu üçüncü yılında bırakıp Berlin’e taşınması, orada altı yıl boyunca çeşitli oyunlarda profesyonel olarak oynaması, İstanbul’a dönüşü, burada keşfedilmesi, 40 yaşına geldiğinde tepetaklak olan hayatı, defalarca dibe çöküşü, güçlenerek ayağa kalkışları, İzmir’de onu rehabilite eden komşuları, gençlik hırsları, bütün bu süreci sorgularken kendisine sorduğu çok kıymetli sorular: “O genç kız ne zaman nerede o büyük arabaya binmeyi, o lüks çantayı takmayı, o manzaralı evde oturmayı, o zirvedekiler masasında bir yer edinmeyi amaç sanmaya başladı?” Kronolojik bir sıra yok. Hayatının dönüm noktalarını esas alıyor. Sonra onların röntgenini çekip büyük bir samimiyet ve dürüstlükle yorumluyor.
‘Giden’ bir kadın İclal Aydın. Günlük hayatta da özel hayatında da valizi kapının önünde hazır. Tam 14 kez ev değiştirmiş. Farklı şehirler, her defasında yeniden ‘yuva’ yapılan evler. Girilip çıkılan depresyonlar. Ailesi saydığı yakın arkadaşlarla sarıp sarmalanmalar. Bu çalkantılar içinde kızının tahtını yapması, en değerli manevi mücevherlerle. Ve bütün bunların sonunda geldiği 50 yaşı. Aslında “Bunu Sen Oku” bir sanatçının, yazarın kendisine 50 yaş hediyesi. Okurları için de bir ‘hayatı anlama’ kılavuzu.
Çok severek okudum. İclal Aydın’a duyduğum sevgi bir kat daha arttı. Arkasında büyük miraslar, güçlü hamiler olmayan bir kadının tek başına verdiği onurlu bir ‘hayatta kalma’ savaşı “Bunu Sen Oku”. Şimdilik Cunda’nın tadını çıkarıyor. Bir sonraki adres neresi bilinmez. Ama kesin olan, İclal Aydın bundan sonra da kendisinden taviz vermeden hikâyesini yazmaya devam edecek. Romanlarını da. Demlenen oyunculuğunu da ihmal etmeyecek. Küçülttüğü, mütevazılaştırdığı hayatı içinde ‘sahip olmak’tan ‘olmak’ fiiline geçmiş bir kadın olarak hak ettiği mutluluğu ağız tadıyla deneyimleyecek. Biraz temenni biraz da kitabın bende uyandırdığı duygu bu. Okumanızı çok isterim.
Kalem size çok yakışıyor sevgili İclal Aydın. Kahkaha atmaya devam.
İyi pazarlar.