"Rüzgâr uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum, onu çok arıyorum
Her yerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dâhil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili”
Peki, yas tutulmazsa?
Attilâ İlhan’ın “Ayrılık da Sevdaya Dâhil” şiiri, bu zorlu süreci en iyi anlatan şiirlerden biridir. Her ne kadar bitse de iki kişi arasındaki ilişki, bir süre sevdanın sınırları içinde kalır. Doğrudur, mor kıvılcımlar geçer insanın dağınık yalnızlığından. Doğrudur, kor gibi yanar insanın vücudu, o kadar ki o harlı ateş atılsa bir boşluğa yıldırım olup düşer, düştüğü yeri de yakar kavurur. Çünkü ayrılık da sevdaya dâhildir. Sonra yas süreci başlar, kendine has aşamalarıyla. En son kabullenme gelir. Ayrılık sevdanın sınırlarını terk eder. Peki, yas tutulmazsa, ayrılık kabullenilmezse ne olur? Bu sorunun en muhteşem cevaplarından birini bu hafta İstanbul Film Festivali’nin online mayıs seçkisinde, Dünya Festivalleri bölümünde yer alan Pedro Almadovar’ın “The Human Voice- İnsan Sesi” adlı yarım saatlik muhteşem kısa filminde buldum.
Telefon marifetiyle ayrılmak
Tilda Swinton’ın göz kamaştıran performansıyla hayat verdiği isimsiz kadının dört yıl süren mutlu birlikteliği sevgilisinin terk telefonu marifetiyle sona eriyor. Asri zamanlar malum. Artık terk eden ayrılık konuşmaları yapmak için sevgiliyle bir araya gelmiyor. Bir telefon mesajı, birkaç dakikalık konuşma yetiveriyor ayrılmak isteyene. Oysa çoğu zaman geride kalan konuşmak istiyor uzun uzun. Bitirmemek için direniyor. Filmdeki kadın da bunlardan biri. Önce bir nalbura gidip gösterişli bir balta alıyor. Yanında sevgilisinin köpeğiyle. Sonra eve dönüyor. Yüzünde birini baltayla öldürecekmiş gibi soğukkanlı bir ifade. Yatak odasına girip sevgilisinin takım elbisesini çıkarıyor gardıroptan, yatağa seriyor boylu boyunca. Ve elbiseyi baltalamaya başlıyor. Tıpkı şiirdeki gibi ‘demirler eriyor hırsından’. Kumaşın belirli bölgelerinde hırsı daha da artıyor, var gücüyle erkeği hadım edercesine parçalıyor kumaşı. İçinde hissettiği öyle büyük bir acı ki, yüzüne gözüne dalga dalga yayılıyor.
Acıdan kıvranan insan sesi
Ne yapmalı, nasıl etmeli de sevgiliyi bu ayrılık fikrinden vazgeçirmeli? Ayrılığı kabul etmeyen nevrotik kadının “gidersen ölürüm” tehdidine hizmet eden intiharı deniyor. Onu öldürmeyecek koçan koçan ilaçlar yutarak. İlaçlar yüzünden derin bir uykuya dalmak üzereyken sevgilisi arıyor. Az önce yalandan bir ölüm riskiyle flört eden kadına birden büyük bir yaşama enerjisi geliyor. Banyoya koşup kafasını suya tutarak ayılmaya çalışıyor. Hemen ardından sevgiliyle yapacağı, filmin tümünü kapsayan uzun bir telefon konuşmasına başlıyor. Kulaklıklarını takarak, evin içinde dört dönerek. Tüm mekâna acıdan kıvranan bir insan sesi yayılıyor.
Kuyruğu dik tutmak
Konuşmanın başında, üç gün önce terk edildiğini anlıyoruz. Telefonun açılma nedeni de sevgilisinin eşyalarını almak istemesi, birini gönderip elbet. Derken, son üç günü anlatmaya başlıyor kadın. Tiyatroya gitmiş de, bir arkadaşıyla yemeğe çıkmış da, eve daha yeni dönmüş de... Oysa balta almak dışında evden burnunu çıkarmamış, telefon beklemiş. Son derece hüzünlü bir kuyruğu dik tutma çabası. Karşısındakine verilmek istenen hayat devam ediyor mesajı. Bu mesaja beklediği karşılığı alamayınca gerçeği itiraf ediyor. Evin içinde erkeğin sesini duymadığımız için monolog halinde ilerleyen bu konuşmada, ilişkilerinin öneminden dem vuruyor, onu ne kadar çok sevdiğinden, ayrılığa hazır olmadığından, yaşadığı ağır yalnızlık ve melankoliden, ortak anılarından söz ediyor.
Aniden yok olan öfke
Bir ara telefon kesiliyor. Kadın adamın konuşmadan sıkılıp kapattığını zannediyor. Telefona bakıp “korkak” derken yüzündeki öfke dehşet verici. Az sonra adam yeniden aradığında o öfke aniden yok oluyor ve munis bir şekilde onunla konuşmaya devam ediyor. O anki çaresizliği öylesine çarpıcı ki, tam köprüleri atacakken yeniden umutlanıp ayrılığı engelleme çabası insanın gözlerini yaşartıyor.
Tutulursa biter çünkü
Ve film çarpıcı bir finalle sona eriyor. Kadının yasını, sevgilisinin köpeğiyle birlikte tutmaya karar verdiği bu final içimize biraz su serpiyor. Olması gereken bu. O yas tutulmalı. Artık Murathan Mungan’a sığınıp “Aslında kalandır terk eden, giden de o yüzden gitmiştir zaten” diyerek kendinizi teselli mi edersiniz, terapi mi görürsünüz, arkadaşlar arasında mı sağaltırsınız acınızı, yoksa kedi gibi bir köşeye çekilip gizli gizli iyileştirmeye mi çalışırsınız yaranızı... Hepsi olur. Yeter ki tutulsun o yas. Tutulursa biter çünkü. Biterse yeni şeyler söyleme zamanı gelir.
Özetle, Almadovar’ın Jean Cocteau’nun aynı adlı oyunundan filme uyarladığı “İnsan Sesi” ayrılığı sevdaya dâhil ederken, onu sevdanın sınırlarından çıkarmayı da bütün sertliğine rağmen şiirsel bir üslupla anlatıyor. İzlemenizi çok isterim.
İyi pazarlar.