Yıl 1988. On yedi yaşındayım. Kafam epey karışık. Bütün eğitim hayatım boyunca doktor olma hayali kurmuşum. Tıp fakültesi tercihlerimin hiçbirine yerleştirilemeyince, hemen altta yer alan, babamın isteğiyle yazdığım – sonrasında bir gün bile pişmanlık duymadığım- Mimar Sinan Üniversitesi matematik bölümünü kazanmışım. Yüksek matematik büyülü bir dünya. İçinde kendimi küçücük hissettiğim amfilerde profesörlerin verdiği dersleri ilgiyle takip ediyorum. İyi güzel de, içimde bir ateştir yakıyor beni. Yazar olmak istiyorum ben. Ama çok fazla sayı var hayatımda. Her şey çok ciddi. Dersler çok zor. Kitaplar, filmler derken sanatla nefes alabildiğimi fark ediyorum. Gazete bayiine gidip bir sanat dergisi istiyorum. Bayii sahibi, hiç düşünmeden bir dergi çıkarıyor raftan. Elime alıyorum, adı Milliyet Sanat. Ben on yedi yaşındayım, o on altı yaşında. Sayfalarını açmamla birlikte yeni bir büyülü dünyaya daha giriyorum. Sinema, müzik, tiyatro, plastik sanatlar, opera, bale, edebiyat… Gözlerim kamaşıyor. Artık her on beş günde bir sabah ilk işim Milliyet Sanat almak. Böylelikle okuru oluyorum.
Gel zaman git zaman, fakülte bitiyor. İçimdeki yazma ateşi daha da harlanmış. İkinci sınıftayken, hocalarımdan birinin vasıtasıyla ulaştığım Ayşe Şasa, ilk roman denememi okumuş, “Sende yazar mayası var ama bu kitapla çıkma meydana. Bol bol oku, sanatı takip et, kalemin olgunlaşsın, ondan sonra eminim çok daha iyisini yazacaksın” demiş. Ne öyküler, ne denemeler biriktirmişim ama artık okunmak istiyorum. Bir arkadaşım vasıtasıyla Babıali’nin eski kuşak gazetecilerinden Edibe Dolu’nun Topaz adlı sanat dergisinde telifli olarak yazmaya başlıyorum. İlk söyleşim Haldun Dormen ile. O kadar mutluyum ki, her ay derginin çıkmasını iple çekiyorum, sayfalarında yazılarımı gördükçe, heyecandan nefesim kesiliyor.
Okullu olma ‘hâli’
Yine aradan zaman geçiyor. Topaz kapanınca Go, Cosmopolitan derken Duygu Asena’nın Kim ve Negatif dergilerinde yine telifli olarak yazmaya başlıyorum. O iki dergi de kapanınca, dünyam yıkılıyor. Ağlamaktan gözlerim şişiyor. Ekipteki deneyimli gazetecilerden biri “Bu böyle olmaz. Dergiler, açılır, kapanır, her birinde bu kadar çok gözyaşı dökersen depresyona girersin. İyisi mi sen Milliyet Sanat’a geç, o kapanmaz!” diyor. Ve ben aynı binada dergi grubunun bir alt katında bulunan Milliyet Sanat’ta çalışmaya başlıyorum. O günden sonrası, iş hayatının zorluklarını bir kenara bırakırsam, festival gibi geçiyor. Derginin yayın yönetmeni Akal Atilla’dan sanat gazeteciliğini öğreniyorum. Söyleşiler, sanat haberleri yazıyorum, kitap tanıtımları yapıyorum. Mutluluktan ölünse, fazla vaktim yok. Ama yaşatıyor, hayata daha sıkı bağlıyor. Ve bunu bir dergi yapıyor hayatımda. Milliyet Sanat.
Derken yönetim değişiyor. Bu kez Tuğrul Eryılmaz ile birlikte çalışmaya başlıyorum. Tuğrul Bey, bildiğin üniversite. Her gün yeni bir şey öğreniyorum gazeteciliğe dair. Muhabirlik, editörlük, yazı işleri müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü; her kademesinde çalışıyorum. Çalışmak gibi gelmiyor hiç. Mina Urgan’la yaptığım bir söyleşide, bana söylediği söz hep aklımda: “Çok şanslıyım, çok güzel kitaplar okudum, bir de üstüne bana para verdiler”. Durumumuz aynı. Hatta ben daha şanslıyım. Birbirinden güzel sergiler geziyorum, kitaplar okuyorum, filmler, oyunlar seyrediyorum. Tüm bunların gazeteciliğini yapıyorum, üstüne bir de para alıyorum.
Sekiz yıl sonra artık Milliyet Sanat’ın yayın yönetmeniyim. On yedisinde onu eline alıp meraklı gözlerle inceleyen genç kız bunu hayal bile edemezdi. Ama işte hayat. Bu kez meslek büyüklerimden öğrendiklerimin ışığında, kendimi sürekli geliştirerek, çağdaş dergiciliğin kodlarını araştırarak, her ay önümde bomboş duran 128 sayfalık planı, sanatın her dalında, ekip arkadaşlarımla birlikte kanaviçe gibi işliyorum. Ve yıl 2022. Meslek hayatımın 30. yılı. Milliyet Sanat, tam dört gün sonra 50 yaşına girecek. Şahane bir 50. yıl sayısı hazırlıyoruz. Arşivlik bir dergi oluyor.
Dönüp bakıyorum hayatıma. 24 yılı Milliyet Sanat’ta geçmiş. Ellerimde ve kalbimde çok kağıt kesiği var; hayalkırıklıkları, üzüntüler, kederler. Ama kim korkmuş ki hain kurttan? Hayat bu. Hepsiyle hesabımı kapamışım. Milliyet Sanat’ta hiç bitmeyen bir ‘okullu olma’ hâlinin tarifsiz güzelliğiyle 51 yaşıma gelmişim.
Diyeceğim şu ki… Milliyet Sanat, bana yaşattığın bu şahane ömür için sana teşekkür ederim!
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024