Bu hafta bağımsız sanat sitesi Artnet.com’da Kate Brown imzalı bir haber yayınlandı. Habere göre, Art Council England tarafından Araştırma Şirketi Wavehill Ltd.’nin yürüttüğü “Şehirlerin Planlanmasında Kültür ve Sanatın Önemi” (Value of Arts and Culture in Place-Shaping) başlıklı bir çalışma yapılmış. Çalışma kapsamında 1.756 kişiyle görüşülmüş. Araştırmadan çıkan sonuç, bir şehirde gerçekleştirilen kültür sanat etkinliklerinin insanların o şehirde kalmak ya da oradan ayrılmak konusunda etkili olduğu yönünde. Kültür sanat etkinliklerinin bu noktada belirleyici olmasının nedeni ise insanları mutlu etmesi. İnsan, şehir ona ne kadar çok kültür sanat etkinliği sunarsa, o kadar çok mutlu oluyor. Mutlu olduğumuz bir yeri niye bırakıp gidelim? Elbette ekonomik ölçütler önemli.
Maslow’un ihtiyaçlar teorisindeki piramidini tırmanırken önce fiziksel ve güvenlik ihtiyaçları sağlanmalı malum. “Çöpten ekmek toplayan birine git klasik müzik dinle, iyi gelir dersen sana küfredebilir” demişti bir söyleşimizde Çetin Altan. Barınma ve güvenliğin sağlandığını hesaba katarsak, piramidin en üst noktası olan kendini var etme aşamasına gelmek için de sanatın önemini vurguluyor araştırma. İnsanların topluluk içinde kendilerini var etme konusunda özgüven duymalarının sanatla çok ilgili olduğu görülmüş. Hatta deneklerin önemli bir bölümü yerleştikleri şehirleri seçerken orada kültür sanat etkinliklerinin olup olmadığına baktıklarını belirtmişler.
Peki, neden bu kadar önemli bu etkinlikler?
Araştırmacılara göre, “Güçlü sanat ve kültür etkinlikleri insanların kendilerini daha mutlu hissetmelerini sağlıyor. Yaşam memnuniyetini etkileyen bir dizi faktörü hesaba katarak, daha çok sanatsal ve kültürel etkinliğe katılan insanlar, katılmayanlara göre hayatlarından daha memnun.”
Ankete katılanların yüzde 68’i sanat ve kültürel etkinliklerinin kendilerini bir toplumun parçası olarak hissetmelerine yardımcı olmak için de çok önemli olduğunu belirtmiş. Katılımcıların yarısından fazlası ise yaşadıkları bölgede daha fazla kültürel etkinliğin düzenlenmesini istediklerini söylemiş. Yine katılımcıların neredeyse üçte ikisi sanat ve kültürün kişisel refah için iyi olduğunu ifade etmiş.
Art Council England’ın başkanı Nicholas Serota, Guardian’daki makalesinde araştırma sonuçlarını şöyle değerlendirmiş: “Araştırma ülke çapındaki insanların sanata önem verdiğini ve kültürel etkinliklere daha fazla yatırım yapılmasını açıkça gösteriyor”.
Bu araştırma Türkiye’de yapılsaydı, kültürel ve ekonomik farklılıklardan dolayı bire bir aynı sonuçlar çıkmayacaktı elbet. Şehirde kalma ya da ayrılma konusunda kültür sanat ‘çoğunluk’ için ne kadar belirleyici emin değilim. Ama sanırım, kültür sanatın insanların kendilerini daha mutlu hissetmelerine neden olduğu konusuna kimse itiraz etmezdi. Bir sanat galerisinden, müzeden yüzü beş karış ayrılan kimseyi görmedim bugüne kadar. Bilet alıp sevdiği bir grubu izlemeye gitmiş insanların salon dağıldığı sırada kahırdan öldüklerine de. Saatlerce kitaplarla iç içe geçirdiği vakitlerden sonra bir kitap fuarından ayrılan kimse bunun kendisini çok mutsuz ettiğini söylemedi. Eylülün yaklaşmasıyla birlikte İstanbul’da sanatla ilgilenen çevrelerde gördüğüm mutluluğun 12 Eylül’de başlayacak İstanbul Bienali ile bir ilgisi var, 11 Eylül’de açılışı yapılacak Contemporary İstanbul ile...
Herkes 13 Eylül’de kapılarını açacak Arter’in Dolapdere’deki yeni mekânını ve oradaki sergileri merak ediyor. 7 Eylül’de Eskişehir’de açılacak Odun Pazarı Modern Müzesi’nin İstanbul yolcuları hazır. Bütün sıkıntısına rağmen bunlar İstanbul’da yaşamak için iyi nedenler. Ve Serota’ya sonuna kadar katılıyorum: “Kültür sanat etkinliklerine daha fazla yatırım yapılmalı”. İnsanları mutlu şehirler için. Bunu var edebilirsek, ileride şehirde kalma ya da oradan ayrılma nedenlerimiz arasında kültür sanat etkinliklerinin varlığı gibi bir lüksümüz de olur belki...