İstanbul Film Festivali 40. yaşına gözleri dolu dolu bir nisan sabahı girdi. Arada bahar gibi gülümsese de gözünün yaşı eksik olmuyor bu yılki nisanın. Pandemiden mütevellit olduğunu söylemek konuyu romantize etmek gibi durabilir ama sanki bunun da payı var. Art arda gelen vefat haberlerini, her geçen gün yükselen vaka sayılarını, koronanın evimizin eşiğine kadar gelip oturmasını düşünürsek... Yine de buruk geçen kırkıncı yaşında çevrim içi yayınlarla Onat Kutlar’ı teyit etmeye devam ediyor: “Sinema bir şenliktir”. Hem daha bunun mayısı var, haziranı var, sinema salonlarında, açık hava sinemalarında devam etme şansı var. Bir ihtimal daha var!
Bu hafta festivalin Belgesel Kuşağı bölümü kapsamında gösterilen “Sundays-Pazar Günleri”ni izledim. Çok dokunaklı bir varoluş hikâyesi. Belgeselleriyle tanınan Alethea C. Avramis, ailesine dair kişisel bir hikâye anlatıyor belgeselde. Avramis, ABD’de 30 yıl boyunca Rum Ortodoks kilisesine mensup bir papaz olarak çalışan babası Peder Tom’un aniden görevi bırakmaya karar verişinin ardındaki gerçekleri inceliyor. Peder Tom’un mesleğini sorguladığı eski bir video kaydından bölümlerle, yakın çevresiyle ve elbette babasıyla yaptığı röportajlarla.
Peder Tom ailesi, çevresi ve cemaati tarafından çok sevilen bir papaz. Bir hastanenin eczanesinde kalfa olarak çalışırken, özellikle annesinin beklentileri nedeniyle Ruhban Okulu’na gitmeye karar veriyor. 1981’de rahip olarak atanıyor. Görünüşte mutlu bir evliliği, iki çocuğu olan, hüznünü mizahın arkasına saklayarak mutlu bir yaşam sürüyormuş gibi yapan, mesleğine bağlı, ilham verici vaazlarıyla cemaatini büyüleyen, onlara her türlü yardımı yapan bir din adamı. Bu manzara 30 yıl devam ediyor. Daha doğrusu, taşıma suyla değirmen ancak 30 yıl sürüyor. Peder Tom günün birinde, hayatının iki köşe taşından, mesleğinden ve evliliğinden mutsuz olduğunu fark ediyor. Yıllarca içini kemiren soruların cevapları art arda gelmeye başlayınca bu hayata daha fazla dayanamayacağını anlıyor. Sonunda eşinden de işinden de ayrılıyor. Yıllardır sıkıntısını çektiği sahte varoluşunu yeniden inşa etmek üzere.
Belgeseli çeken kızı Avramis, herkesin büyük bir şaşkınlıkla karşıladığı bu ayrılıkların izini sürüyor. Ve ortaya çıkıyor ki o 30 yıldır mesleğini ve evliliğini başarıyla götüren papaz derin bir hüznün pençesinde kıvranmış durmuş yıllar yılı. Zorlu bir mesleğin içinde insanlara çokça yardımı dokunmuş ama geçen zaman içinde Tanrı’nın buyruklarına göre hareket ederse mutlu bir yaşamının olacağı inancını kaybetmeye başlamış. Çocuklar ölmüş, savaşlar çıkmış, kötülük her yeri sarmış. Tanrı inancını kaybetmemiş ama bu inancın mezalimi engelleyebileceği umudunu kaybettiği için bu yönde vaazlar vermek giderek zorlaşmış. Kendini işiyle var etmiş ve değerlilik duygusunu cemaatinin ona duyduğu sevgi ve saygıdan inşa eden biri yaşadığı böylesine bir farkındalığın ardından mutlu bir şekilde hayatına devam edebilir mi? Edemeyeceğini belgesel boyunca sık sık “Dayanacak gücüm kalmamıştı” sözleriyle ve gözyaşlarıyla anlatıyor Peder Tom.
İnsanın varoluşsal krizleri üzerine son derece etkileyici, samimi ve merhametli bir film. Peder Tom’un eşinden boşanıp davranışsal problemleri olan çocuklarla çalışma kararı almasıyla yeniden kurguladığı varoluşunun hikâyesi, kendi varoluşsal krizlerimizi anlama konusunda önemli bir kaynak. Yaptığımız işle, içinde bulunduğumuz ilişkilerle, bunların biteviye sürmesiyle devam eden hayatımızdan memnun muyuz? Evet cevabını verebiliyorsanız ne mutlu. Ama yok koca bir hayır çıkıyorsa karşınıza, adım atma zamanı gelmiştir belki de.
İyi pazarlar...