Evden sürdürdüğüm İstanbul Film Festivali deneyimim sona erdi. Ev konforunda çok güzel filmler izledim. İstanbul koronayla ciddi bir sınav verirken, “Ah nerde o fiziksel mekânlarda izlediğimiz festivaller” nostaljisi yapmayı ayıp saydım. Hiç mutsuz olmadım. Polar battaniyelerine uzanıp bana eşlik eden kızlarım Prenses ve Mine’yle festivalin tadını çıkardım. Kedilerim yanı başımda, mis gibi kahve kokusuyla film izlemek. Ben bu deneyimi gerçekten çok sevdim. Pandemi bittikten sonra da festival takibi seçeneklerinin arasında bu ev izlemelerinin yer almasını şimdiden İKSV’den rica ediyorum.
Kapanış filmim, ‘orta ve alt sınıf Fransız kadınlarının sorunlarına eğilen filmlerle ün yapmış bir sinema yönetmeni, senarist ve romancı’ olan Martin Provost’un feminist çalışması “La Bonne Épouse / İyi Bir Eş olmanın Yolları”ydı.
Öyle çok derinlikli, katman katman açılan, yeni şeyler söyleyen bir film değil. Ama izlemesi çok keyifli. Her şey bir yana, başrolde canım Juliette Binoche var. Basit bir rontta da oynasa, rolünü şölene çevirebilen.
Film, 1967-1968 arasında Fransa’nın Alsace bölgesinde Van Der Beck Ev Hanımı Enstitüsü’nde geçiyor. 1968 hareketine kadar, kızların koca bulmak için gönderildikleri kurumlardan biri bu. Enstitüde orta ve alt sınıf mensubu, okumadıkları için sadece iyi bir evlilik yapıp iyi bir eş olarak varoluşlarını oluşturacak genç kızlar eğitiliyor. Enstitünün yöneticisi Paulette Van Der Beck (Juliette Binoche). O da eğitmenlerden biri. Enstitünün açılış gününde verdiği ders, evlere şenlik. “Gelecekteki kocalarınızı memnun etmek için iki yıl boyunca yedi konu işleyeceğiz” diyerek söze başlıyor ve konuları sıralıyor:
İyi bir eş iyi bir refakatçidir. Anlayışlıdır, bencil değildir. İyi bir eş olursak, iyi çocuklar yetiştiririz. Aile yıpranmaz, toplum zarar görmez, dünya daha güzel bir yer olur.
Yemek, ütü ve diğer ev işlerini büyük bir adanmışlıkla ve şikâyet etmeden yapmalıyız.
Ev hanımı bütçeyi kontrol eder, tutumlu davranır. Kendini asla ilk sıraya koymaz.
Ev halkının temizliğinden sorumludur.
Herkesten önce uyanır, herkesten sonra uyur.
İyi bir ev hanımı alkol tüketmekten kaçınır. Kocası talepte bulunursa göz yumar.
Evlilik görevlerini yerine getirir (cinsel hayattan söz ediyor), nadiren zevkli, çoğunlukla sıkıcı. Zamanla öğreneceksiniz.
Film boyunca bu konuları detaylandırıyor Madam Der Beck. Ama işte hayat bu ya... Enstitünün mali işleriyle ilgilenen, Paulette’in eşlikte kusur işlemediği kocası beklenmedik şekilde ölünce ortalık karışıyor. Hani vardır ya, hayatı boyunca bir fatura bile ödememiş, eşi ölünce de sudan çıkmış balığa dönen kadınlar... Paulette de onlardan biri olup çıkıyor. O enstitü nasıl dönecek şimdi? Paulette ve öğrencileri, TV’deki ev kadınlığı yarışmasını kazanabilecekler mi? 1968’in özgürlük rüzgârından paylarına düşeni alabilecekler mi? Yöneticiliğini yaptığı enstitüde kızlara verdiği eğitimin işlevsizliğini anlayan Paulette, Fransa’ya iki yıl sonra gelecek feminizmin ilk pırıltılarını görecek mi?
Simone de Beauvoir, Anais Nin, Marie Curie, Sarah Bernhard, Mata Hari, Kleopatra, Frida Kahlo, Virginia Woolf, Marguerite Yourcenar, Marilyn Monroe, George Sand, Nina Simone... Bu kadınlar Paulette ve öğrencilerine yol gösterecek mi?
Baştan da dediğim gibi, derinlikli bir feminist film değil karşımızdaki. Ama çok eğlenceli. Kendi mütevazı sözünü tatlı tatlı söylüyor. Festival bitti ama bir gün herhangi bir platformda izlemenizi çok isterim.
Yıl 2020. Fransa’da ya da Türkiye’de... İyi bir eş olmanın yolları gibi bir önceliğimiz yok. İyi bir sevgili olmak, iyi bir kadın olmak, iyi bir anne olmak... Hâlâ erkeklerin önemli bir çoğunluğu için bunlar hayati olsa da. Hiçbiri. Derdimiz insan olmak.