Doğma büyüme Datçalı Orhan Karadağlı, 1990 yılında bir aile dostuyla Datça’ya gelen Can Yücel ile tanışıyor. “Ben burayı çok sevdim muhtar, beni Datçalı yapar mısın?” diye soruyor Can Yücel muhtara ve dostlukları başlıyor
“Pisi pisi otları rüzgarda
Nasıl sallanıyorsa bir yandan bir yana
Bizim muhtar da aynen öyle sallabaş
Hazretteki muhabbet dilsizlere ziyafet
Hem kol hem çengi hem de pantomima”
Şiir Can Yücel’in. Şiirdeki muhtar ise Orhan Karadağlı. Can Yücel’i Datçalı yapan adam. Bu yıl 78 yaşına girecek.
Doğma büyüme Datçalı Orhan Bey. “Orhan’ın Yeri” adında bir köy kahvesi var. Eski Datça’ya Can Yücel’in Mehmet Aksoy tarafından yapılan mezar taşının açılışı için gitmiştim. 20 yıl aradan sonra yine Eski Datça’da ve Orhan’ın Yerinde’yim. Asmalar altında, serin sular tadında, mavi sandalyeli beyaz masalı bir köy kahvesi burası. 30 sene önce babadan kalma bir bahçeymiş burası. Arkadaşlarının isteğiyle burayı çay bahçesi yapmaya karar veriyor Osman Bey. O sırada hem bakkal dükkânı var hem de muhtar. Kırık mermerlerle zemini döşüyor. Şile’den usta çağırıp duvarları ördürüyor. Pencereler yaptırıyor. Gel zaman git zaman Orhan’ın Yeri adlı bu kahve restorana dönüşüyor. Her türlü içecek, yemek, tost, gözleme, meze... Artık torunları da iş başında. Bir aile işletmesi. Yaz kış açık.
1990 yılında bir aile dostuyla Datça’ya gelen Can Yücel ile tanışıyorlar. “Duvarın dibinde bir adam oturuyordu. Dağda görsem korkarım. Saç sakal birbirine girmiş” diye anlatıyor ilk izlenimini. Onu Datça’ya getiren Metin Bey “Bu adam eski milli eğitim bakanının oğlu. Kendisi de şair Can Yücel” diyor. Elini öpmek istiyor Orhan Bey. Can Baba izin vermiyor. Kalkıp sarılıyor muhtar Orhan Bey’e. Sohbet ediyorlar. Akşam tekrar buluşuyorlar. Üç gün üst üste rakı sofrasında sohbet muhabbet. “Ben burayı çok sevdim muhtar, beni Datçalı yapar mısın?” diye soruyor Can Yücel, Orhan Bey’e. Cevap şöyle geliyor: “Seni Datçalı yapmayıp kimi yapacağım Can Baba?”
Şehir şehir aranan banka
Ertesi gün Orhan Bey, eşe dosta soruyor. Satılık bir ev var mı diye. Mustafa Küçükambarcı’nın evini söylüyorlar. Mustafa Bey’in yanına gidiyor Orhan Bey. Evi için Can Yücel adına onunla sıkı bir pazarlığa giriyor. Can Baba otelde uyuyor o sırada. 32 bin TL’ye anlaşıyorlar. 50 TL kaparo veriyor Orhan Bey. O kadar çok seviyor ki Can Baba’yı, öyle şiirlerini filan okumuşluğu yok, sadece o sevgiden koşturup duruyor. Akşam sofrada “Seni Datçalı yaptım Can Baba. Evi aldım” diyor. Bir sonraki gün evi görmeye gidiyorlar. Taş bir ev. İçerideki kiracıdan izin alıp evi geziyorlar. İki oda. Kuyulu bir bahçe. “Ulan evi aldım, kabul ettim” diyor Can Yücel. Evi kaça aldığını sormuyor bile.
Üç gün sonra Orhan Bey’le birlikte yola koyuluyorlar. Datça’da sadece Ziraat Bankası var. Can Yücel’in parası Garanti Bankası’nda. Marmaris’e gidiyorlar ama Garanti Bankası bulamıyorlar. Sonra ver elini Aydın. Banka müdürünün yanına gidiyor Orhan Bey. Durumu anlatıyor. Can Baba’nın adı geçince müdür afallıyor. Ben öğleden sonra halledeceğim diyor. Öğleden sonra bankaya geliyorlar. Müdürle Can Baba bir saatten çok sohbet ediyor. Para transfer ediliyor. 33 bin TL çekiliyor. “Ulan para sana emanet” diyor Can Baba, her seferinde ‘ulan’ diye hitap ettiği Orhan Bey’e. Makbuzu alıyor Orhan Bey. Çine’de yine sofraya oturuluyor. Can Baba bildiğiniz gibi. Orhan Bey ağzına içki koymuyor tabii. Paralar Orhan Bey’in cebinde. Datça’ya geldiklerinde Can Baba oteline gidiyor. Orhan Bey, Ziraat Bankasına Can Yücel adına parayı yatıyor. Ev sahibi kimliğini alıp geliyor notere. Orhan Bey, Can Baba’nın oteline gidiyor ama, baba derin uykuda. Çantasından kimliğini alıp notere gidiyor. Tapu hazırlanıyor. Dönüyor Orhan Bey, Can Baba’yı zor bela uyandırıp doğru tapuya. Can Baba imzayı atıyor. Para ev sahibine veriliyor. Bin TL kalıyor. Limanda kutlama yapılıyor. Artan parayı Can Yücel’e veriyor Orhan Bey. Banka makbuzuyla birlikte. “Ulan bu parayı verme bana, 15 gün burdayım, beraber yiyelim” diyor. İstanbul’a dönüp bir hafta sonra Güler ve Su Yücel’le birlikte Datça’ya geliyor Can Yücel. Evi restore ediyorlar. Eşyalar getiriliyor. Ve artık ölünceye kadar o evde kalıyor Can Yücel.
‘Gel Can Baba’nı al’
Taşındıktan sonra her sabah kalkıyor, 10-11 gibi kahveye geliyor. İçecek çantasıyla birlikte. Akşama kadar içiyor. Gece 10-11’e kadar oturuyor. Arada uyuyakalıyor, Orhan Bey eve götürüyor. Akşamüstleri yazıyor Can Yücel şiirlerini. Kimseye göstermiyor. Çatısını kurduğu bu şiirleri evde tamamlıyor.
“Bütün Datça çok sevdi onu. Dost canlısı, mütevazı; herkesle kardeş gibi geçinirdi. Bir tek meşhur küfürleri vardı beni zorlayan ama onlara da zamanla alıştık” diyor Orhan Bey: “O bana eski hikayelerini anlatırdı ben de ona. Bir gün, eeee Can Baba dedim. Sen bir bakan evladısın. İstanbul’da kaç tane kızın canını yaktın?” Can Yücel cevap veriyor: “Ne kızı ulan. Babamın arabasının yanından bile geçmedim. Kimseye de bakan çocuğu olduğumu söylemedim.”
Arada sahile iniyor Can Yücel. Altı yedi kadeh derken sık sık dolmuşları kaçırıyor. Orhan Bey’e telefon açıyor: “Ulan dolmuşu kaçırdım, gel Can Baba’nı al.”
Can Yücel öldüğünde bir ay kapatıyor dükkânını Orhan Bey. Yas tutuyor. “Canım çok yandı” diyor: “Ölümünden sonra döktüğüm gözyaşı bir ton vardır.” Eşin dostun ısrarıyla açıyor dükkânı, ölenle ölünmez diyorlar. Ama hep bir yanı eksik kalıyor. “Hâlâ da ara ara ağlarım. Mezarını ziyaret edip, otlarını temizlerim”. Orhan Bey’in muhabbeti Can Baba’nın dediği gibi ziyafet. Dilsizleri bilmem ama bir gazeteci için öyle…
Orhan’ın Yeri’nde bir Can Yücel köşesi var. Son içtiği içkinin yarım kalmış şişesi. Şiirleri, fotoğrafları. Gelen giden herkes fotoğrafını çekiyor bu köşenin. Sonra asmaların altında çayını, kahvesini yudumluyor. Kahveye 5 dakika mesafede de kapalı tutulan evi var Can Yücel’in. Eski Datça’ya gelen herkes evin önünde kuyruklar oluşturup fotoğraflarını çekiyor. Eylül sonu, limonata gibi bir havada.
Gözleri dolu dolu uğurluyor Orhan Bey beni. 77’sinde en keyif aldığı şeylerden biri 10 yıla yakın yoldaşlık ettiği Can Baba’yı anlatmak kahveye gelip onu soranlara. Can Baba’yı Datçalı yapmakla kalmamış, Datça’daki Can Baba’yı yaşatmaya devam ediyor. Eskilerin dediği gibi “Evvel refik, bad-el tarik”. Önce yoldaş sonra yol. Yoldaşlıkları hâlâ sürüyor, yol bahane…