Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

New York’ta Rus göçmenlerin oturduğu şenlikli bir mahalle. İçinde marketleri var, anaokulları, fotoğraf stüdyosu, kuaförü… Hepsi 1970’lerin sonunda Sovyetler’den göç etmiş Yahudiler. Birileri İngilizce konuşmaya görsün, derhâl uyarıyorlar: “Lütfen Rusça konuşun”. Hemen hiçbiri memleketlerindeki işlerini yapamıyor. Taksicilerin arasında sanatçı, Marksizm-Leninizm hocası var misal. Dnyper Market’in sahibi Sovyetler Birliği’nde hukukçuymuş. Köşedeki emlakçı ise rejisör. Sergey Donatoviç Dovlatov’un Jaguar Kitap’tan çıkan “Yabancı Kadın” adlı romanının kahramanları her biri. Kitabın anlatıcısı da bizzat yazarın kendisi. O da kahraman.  

Haberin Devamı

Ama ana karakterimiz bir kadın. Marusya. Anne babası iş güç sahibi, durumları iyi, disiplinli insanlar. Marusya mutlu ve rahat bir çocukluk geçiriyor. İyi bir öğrenci, dans ediyor, piyanosu, renkli televizyonu ve köpeği var. Güzel ve alımlı bir kız. Daha 13’ünden itibaren etrafını iyi eğitimli, kültürlü genç erkekler sarıyor. 19’unda Tsehnovit ile evleniyor. Bu evlilik kısa sürüyor. Ardından Dima Fyodorov’a âşık oluyor Marusya. Evlenip Kırım’a gidiyorlar. Tıp fakültesinde ders veriyor Dima. Marusya ise Güzel Sanatlar Enstitüsü’ndeki diploma tezini hazırlıyor: Bale dansının estetiği. Dima’nın tek kusuru kusursuzluğu. Yazar kahramanımız bu durumu şöyle yorumluyor: “Oysa eksiklikler mükemmellikten daha caziptir. Ya da en azından daha güçlü duygular yaratır.” Bir yıl içinde bu iyilik abidesi adamdan sıkılıyor Marusya ve onu aldatmaya başlıyor. Yine yazar devreye giriyor: “Bilindiği üzere evlilikte eşitlik yoktur. Üstünlük her zaman en az seven taraftadır”. Bu evlilik de bitiyor.  

İçinde koca bir boşluk 

Marusya 30’larına yaklaşıyor. Ve kararını veriyor. Hayat zevklerden ibarettir. Derken ünlü şarkıcı Bronislav Razudalov giriyor hayatına. Bir yıl sonra bir oğulları oluyor. Ama bu defa da aldatılmayı deneyimliyor kahramanımız. Razudalov şöyle savunuyor kendisini: “Anlamalısın, ben bir sanatçıyım ve enerjiye gereksinimim var”. Bu evlilik de boşanmayla sonuçlanıp Marusya aradığını bulamayınca, dahası bilemeyince, iltica etmeye karar veriyor. Ver elini Amerika. Kuzeni Lora’nın, yazının başında sözünü ettiğim göçmen mahallesindeki evine yerleşiyor, küçük oğluyla. Soruyor Lora niye Amerika’ya geldiğini. Yahudi değil, suçlu değil… “Moralim bozuktu” diye yanıtlıyor Marusya: “Yani eksiğim yoktu”. 

Haberin Devamı

Var aslında eksiği. İçindeki koca boşluk. Varoluşunu kurgulama aşamasına bile gelememiş bir kadının derin boşluğu. Sanki ülkeden kaçarsa kurtulacakmış gibi bu devasa karanlıktan… Ne var ki büyük umutlarla geldiği Amerika’da payına ev kadınlığı düşüyor. Çocuğu kreşe götür, kreşten al, mağaza dolaş, evle ilgilen; günler birbirinin aynı, “Süpermarket poşetleri gibi”. Ve derken karşısına bir Latin Amerikalı çıkıyor: Rafael. Ne iş yaptığı belli değil, bazen parası var, çoğunlukla yok ama Marusya’ya çok âşık; oğluyla da arası gayet iyi. Kavga dövüşü eksik olmayan bir ilişki başlıyor aralarında. Rafael’in yanına taşınıyor. Ne ummuştu, ne buldu Marusya? Şirket kurup ‘sessizlik’ satmaya karar veren bir hayalperest sevgili. Bir de papağan. Ki bu papağan kitabın en önemli ve dramatik karakterlerinden biri. 

Haberin Devamı

Bundan sonrası New York’ta yabancı bir kadının bir türlü doğuramadığı varoluşunun verdiği sancıların trajikomik hikâyesi. Sovyetler’deyken bulamadığı kendisi yabancı bir şehirde iyiden iyiye kayboluyor. Mahalleli onun için “Sapasağlam -affedersiniz- karı çalışmıyor, yabaninin biriyle yaşıyor, bütün gün avare avare dolaşıyor. Hiçbir uğraşı yok” diyorlar. Ama onu yalnız bırakmaya da gönülleri el vermiyor. Daha özgür yaşamak için geldiği ülkeden anlamsızlık ve değersizlik duygularının esaretinde kendi ülkesine geri dönmeye karar veriyor Marusya. Dönüyor mu, dönmüyor mu; kitabı okuduğunuzda göreceksiniz. Şimdilik söyleyebileceğim, romanın mutlu sonla bittiği. Böyle bir hikâyeden çıkan mutlu son ne kadar mutlu son olabilirse. Kitap boyu bize bir kahraman olarak eşlik eden Dovlatov’un son söz yerine karakterlerine ithafen yazdığı bölüm ise müthiş. Marusya’ya şöyle diyor bu mektupta: “Tanıdığım herkes içimde yaşıyor. Onlar benim nevrastenilerim, kötülüklerim, duygu patlamalarım, düşüncesizliklerim, kaygısızlıklarım. Vesairelerim… Ben yazarım, sizlerse kahramanlarım. Eğer canlı olsaydınız sizleri bu kadar sevmeyebilirdim”. 

Hüzünlü ama ağırlık yapmayan bir roman “Yabancı Kadın”. Göçmenliğin değişmeyen sorun tarihçesinden etkileyici bir anlatı. Bir kadının serinkanlı varoluş hikâyesi. Neşe ve kederin koyun koyunalığı. Yazarın kahramanlar mutfağına girip edebi lezzetler yarattığı farklı bir kitap. Okumanızı çok isterim. 

İyi pazarlar.