“Yaşamın Ucuna Yolculuk” adlı kitabında şöyle der Tezer Özlü: “Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.”
Kendisi olmasının önüne sürekli engeller konulmuş bir insanın attığı çok güçlü bir çığlık bu: Ben bütün bunların dışındayım! Ne var ki içine doğduğumuz aileden başlayarak, okulda, iş yerlerinde, ilişkilerimizde, evliliklerimizde hep birileri “bizim iyiliğimiz için” kendi doğrularını dayatıp durur. Kendimiz olmamıza izin verilmez. Tezer Özlü gibi isyankâr ruhlar kısmen de olsa kurtulur bu iyilik maskeli kurallardan. Ama çoğu kaçsa da kurtulamaz. Kadın erkek ayrımı yapmak istemiyorum. Kadınlar çoğunlukta olmak üzere erkeklerin de sık deneyimlediği bir duygusal örüntü bu. Terapi odalarının dili olsa da konuşsa...
Altın Küre adayı
Geçtiğimiz hafta Netflix’te gösterime giren, Oscar’a şimdiden aday gösterilen, Altın Küre’de 6 dalda adaylık elde eden; sosyal medyada en fazla konuşulan konulardan biri olan Noah Baumbach‘in yönettiği “Marriage Story”yi izlerken bunlar geçti aklımdan hep. En çok da Özlü’nün tarifsiz çığlığı: Ben bunların dışındayım.
Yönetmenin tanımıyla, “Boşanmanın içindeki aşkı anlatan film”, boşanmanın eşiğine gelmiş bir çiftin, avukatların devreye girmesiyle savaş meydanına dönen ayrılık süreçlerini anlatıyor.
Charlie, New York’lu bir tiyatro yönetmeni; avangart tiyatronun dahi çocuğu olarak kabul görmüş. Karısı Nicole ise Los Angeles’ta başarılı bir sinema ve TV kariyerini yarıda bırakıp evlenerek New York’a taşınmış, eşinin gölgesi altında oyunculuk yapmaya başlamış, sadece oğulları Henri’nin değil, Charlie’nin de annesi olarak yaşamını sürdüren bir kadın. Temelde birbirini seven bir çift söz konusu. Zaten film boyunca da en şiddetli kavgaların ortasında bile bunu görmek mümkün. Nicole isyan etmese yıllarca sürer bu evlilik; torunlarının torunlarını görecek kadar uzun ömürlü olabilir. Ama işte kendisi için kurduğu gelecek tasarımı yıllar içinde bozulmaya, hayatta üstlenmek zorunda kaldığı ‘yardımcı kadın oyuncu’ rolü sıkmaya başlıyor Nicole’ü. Kocasının açılmış ayakkabı bağlarını eğilip bağlamak zorunda hissettiği ‘anne kadın’ rolü de... Ve sonunda bir gün o da kendi çığlığını atıyor: “Asla kendim için yaşamadığımı fark ettim, sadece onun yaşamını destekliyordum.”
Charlie’nin dramı
İşte bu noktada boşanmaya karar veriyor Nicole. Filmin devamında boşanma sürecinin sancılarına tanık oluyoruz; iki farklı şehirde yaşamak isteyen çiftin oğullarının velayeti için girdikleri kıyasıya mücadeleye, birbirlerinden nefret etmedikleri halde avukatların hırslarının etkisiyle giderek sertleşmelerine. Öte yandan, her ne kadar eleştirmenlerin çoğu yönetmenin taraf tutmadığını karı kocaya eşit mesafeyle yaklaştığını söylese de Charlie’nin yaşadığı dram öne çıkıyor. Artık kendisi olmaya karar vermiş karısının anne şefkatinden mahrum kalınca yalpalayan, acınacak hale gelen, sürekli yanlış yapan, acı çeken erkek profili hayli dokunaklı. Haline üzülmedim desem yalan olur. Nicole’ü sevdiğinden şüphe duymak da mümkün değil. İyi ama o kadın nasıl bu hale geldi? Ben filmi okurken en çok bu soruyu düşündüm. Charlie’nin Nicole’ün ‘bütün bunların dışında’ olduğunu boşanma gündeme gelene kadar fark edememesini. Anne kadının sağladığı konfor içinde onun ne istediğinin bir kez olsun sorgulanmamasındaki bencilliği.
İlişkilerde ‘biz’ olabilmek kadar, çiftlerin ayrı ayrı ‘ben’ olabilmeleri de çok kıymetli. Bütün yatırımı ‘biz’e yapan, karşısındaki tarafından taltif edilmeyen taraf günün birinde ben olmak isteyecektir. Aksi, varoluşun doğasına aykırı. İnsan kendisi olmak ister zira. Birine biçilecek en büyük cezalardan biri de kendisi olmasına izin vermemektir. Birini gerçekten sevmek ise onun kendisi olarak var olmasına katkıda bulunmaktır. Ve ayrıca birini gerçekten sevmek, ‘olmadığını’ anladığında çekip gidebilmektir. Nicole’ün yaptığı gibi.