Türkiye, demokrasi deneyimi ve düzeyi bakımından Arap ülkeleriyle kıyas kabul etmeyecek kadar ileride bir ülkedir.
Türk demokrasisi darbelerle sık sık kesintiye uğramış olsa da, Avrupa Birliği’yle tam üyelik için müzakere aşamasına gelmeyi başarmış, halkın demokrasiye olan inancı güçlenmiş, bilinç düzeyi yükselmiştir.
Bir ülkenin halkının Müslüman olmasıyla, “din devleti” olması arasında dağlar kadar fark vardır. Bu farkı yaratan ise rejimin “laik” niteliğidir. “Laik” rejime sahip olmayan bir ülkenin gerçek anlamda “demokratik” olması da mümkün değildir.
Arap ülkelerinin “demokrasi” arayışı “laiklik” arayışıyla birlikte yürümezse sonuca varmasını beklemek gerçekçi değildir.
Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçte yaşanan sorunların kaynağı da budur.
Arap Baharı süreciyle diktatörlükleri devirmeye başlayan ülkelerin yerine “laik/demokratik” bir rejim kurmaya yönelmeleri en doğru yoldur.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin kuruluş ilkeleri ve bu ilkelere dayanan rejime demokratik nitelik kazandırmaya yönelişi, Arap ülkeleri için en yakın model konumundadır. Bu yolda düşe kalka ilerleyen Türkiye demokrasisini sadece kurumsal olarak değil, bilinç olarak da yerleştirdikçe bu ülkelerle arasındaki mesafeyi aşmış ve Avrupa Birliği kriterlerine yaklaşmıştır.
Bu nedenle Türkiye’nin Arap ülkelerine değil, Arap ülkelerinin Türkiye’ye benzemeye çalışması gerekir.
Türkiye’nin avantajı
Demokrasi açısından sorunlu süreçlerden geçse de Türkiye, laik rejimi sayesinde sosyal barışını koruyabilmiş ve iç çatışmalara düşmeden yol alabilmiştir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 10 yıl önce Tahran’da, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir yıl önce Kahire’de yaptıkları konuşmalarda demokrasi, insan hakları ve laiklik vurgusu yapmalarının nedeni de bu gerçektir.
Başbakan Erdoğan, Mübarek’in devrilip yerine Mursi’nin seçilmesinden sonra gittiği Kahire’de, Mısır’a, “laik devlet” tavsiyesinde bulunmuş, anayasayı buna göre yapmalarının önemine işaret etmişti. “Ben kişi olarak laik değilim ama laik bir devletin başbakanıyım” diyerek de aradaki farkı vurgulamıştı.
Mısır ve benzeri ülkelerin demokrasiye ulaşmaları darbelerle değil, “demokratik-laik” bir sivil düzen kurmalarıyla mümkün olacaktır.
İç çatışma
Mısır’da baş gösteren ve iç savaşa dönüşme riski taşıyan çatışmaların nedeni bu konudaki kamplaşmadır. Bu kaplaşma içinde laik-antilaik çatışması önlenemezse, varılacak sonuç demokrasi değil yine sert askeri müdahaleler olacaktır.
Bu itibarla Mısır’daki tarafların birbirinin kanını dökmek yerine “demokrasiye nasıl ulaşırız” sorusuna yanıt aramak üzere birlikte düşünmeleri, tartışmaları ve ortak yol aramaları gerekir.
Demokrasinin dışarıdan ithal edilerek kazanılmadığı, ancak iç dinamiklerle kazanılabileceği unutulmadan hareket edilmelidir.
Mısır halkının görmesi gereken gerçek, darbeden demokrasi çıkmayacağı gibi din devletinden de demokrasi çıkmayacağıdır.
Mısır halkı demokrasiyi, birbirinin kanını dökmeden laiklikle birlikte aramalıdır.