İran’ın Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Bigdeli ile son dönemlerde gerilen Türkiye-İran ilişkilerini konuştuk. Gerginliğin kaynağını büyük ölçüde Suriye olayları oluşturuyor. Türkiye ile İran, Suriye sorununda, farklı saflarda yer aldılar. Büyükelçi, “Suriye aramızda bir yaradır” diyerek, Tahran’ın görüşünü aktardı.
Büyükelçi Bigdeli’nin gündemdeki konulara ilişkin görüşleri özetle şöyle:
“Direniş Cephesi”
“Biz, İran İslam Cumhuriyeti’nde şuna inanıyoruz ki; dünyamız tarihi bir geçiş dönemi içerisindedir ve kesinlikle bizim geleceğimizi belirleyecek bir dönemdir. Biz, şuna inanıyoruz ki; bu sürecin esas başlama nedeni İslami uyanış faktörüdür. Biz, şunu savunuyoruz, diyoruz ki; bölgemizde yani Ortadoğu’da, kısacası İslam dünyasında bugüne kadar iki faktör mevcut idi. Bunlardan bir tanesi hegamonik devletler, dayatıcı devletler idi ve buna karşı da dayatılan devletler ve milletler vardı. Şimdi bu iki unsurun yanına birde halklar eklendi Müslüman ülkelerde. Bu uyanışın esas amacı Müslümanların menfaatlerini güçlendirmektir. Daha açık söylemek gerekirse, yabancıların gelip aldıkları menfaatleri artık Müslüman halklar kendileri için istiyor. Dolayısıyla geçmişte hakları ellerinden alınmış bir taraf var. Buna karşın diğer tarafta, geçmişte aldıkları bu menfaatleri geri vermek istemeyen bir taraf var. Haklarını, menfaatlerini geri isteyen Müslüman halklar için aslında ‘Direniş Cephesi’ diyebiliriz.”
“İran’ın durduğu yer”
“Bu cephe, kesinlikle bugüne kadar menfaatleri, hegemonik devletler ve dayatıcı devletler tarafından ellerinden alınmış kimseler ve kesimlerden oluşuyor ve bugünden itibaren menfaatlerini başkalarına kaptırmamayı ifade eden kesimlerden oluşuyor. Bu bahsettiğim çerçevede kim ki kendisini bizim yanımızda görüyorsa kesinlikle bu cephenin içinde de yer almaktadır. Bu Latin Amerika ülkelerini de içerebilir, Afrika ülkelerini de, aynı şekilde Ortadoğu sorunu içerisindeki İslam ülkeleri topluluğu da aynı şekilde bu cepheye bağlıdır. İran, kendisini bugüne kadar dayatıcı ülkelerin dayatmasına maruz kalan, bugünden itibaren bundan kurtulmak isteyen ülkelerin veya milletlerin yanında görüyor. Diğer taraftan da gerici Arap ülkeleri vardır ki, bugüne kadar onlar da hegemonik ülkelerin dayatması altında yaşamışlardır, fakat bu dayatmanın altından da çıkmak istemiyorlar. Bunlar, halklarının istemelerine rağmen yine de o cephede kalmaya çaba gösteriyorlar. Hüsnü Mübarek Beyefendi aynı cephede kalmak için direndi, fakat Mısır halkı, Tunus halkı buna izin vermedi.”
“Şah İsmail-Sultan Selim”
“İran’ın durduğu yerin ve sorunlara bakışının Şii ve Sünni sorunuyla herhangi bir ilgisi yoktur. Tam tersinedir. Diğer taraftan İran ve Türkiye arasındaki ilişkiler hakkında biz İran’da bir araştırma gerçekleştirdik. İran’da Dışişleri bakanlığımızın araştırma merkezinin başkan yardımcısıydım ben ve bu araştırma da benim denetimim altında gerçekleştirildi. Bu araştırmaya göre İran ve Türkiye arasındaki ilişkiler hakkında üç söylem mevcuttur. Birinci söylem, karşıtlık söylemidir. Buna göre iki ülke arasında etnik ve mezhepsel sorunlardan dolayı asla ve asla iyi ilişkiler olmaz. Bunu savunan bir söylemdir. Bu söylem içerisinde her zaman Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim çok belirgin bir şekilde birbiriyle karşıtlık içerisindedir.”
“Rekabet ve işbirliği söylemi”
“İkinci söylem, rekabet ve işbirliği söylemidir. Bu söylem, kesinlikle realist bir söylemdir ve bu söylem sayesinde şuna inanılıyor ki, her iki taraf da her dönemde kendi menfaatlerinin en üstünü gözetmeye çalışır. Bir örnek vermem gerekirse şayet Irak ve İran savaşıyorlarsa, bu Türkiye’nin menfaatleri için bir fırsat olabilir veya İsrail-Türkiye savaşıyorsa, bu da İran’ın menfaatleri için bir fırsat olarak adlandırılabilir. Menfaatlerin bir kısmını rekabet içerisinde elde edebilirsiniz, diğer kısmını da işbirliği ile elde edebilirsiniz.”
“Etkileşim ve onarım söylemi”
“Üçüncü söylemi de biz, etkileşim ve onarım olarak adlandırıyoruz. Bu söylem çerçevesinde de şuna inanmaktayız ki iki ülke ilişkileri çerçevesinde kültürel ve medeniyet bağlarından dolayı tek bir vücut olunabilir. Tek varlıktaki tüm uzuvlar, birbirini etkilemektedir. Şayet araştırır, dikkatle bakarsanız şunu görürsünüz ki, son 300-400 sene içerisinde Osmanlı ve İran devleti arasındaki ilişkiler ve gelişmeler, birbirini etkilemektedir. Örneğin meşrutiyet, batıcılık, modernizm, İran İslam devrimiyle ilgili konular, hatta ve hatta ekonomik ve teknik alanlarda ne olursa olsun iki ülke birbirini etkilemektedir. Bahsettiğim gibi bu söylemin temelini medeniyet ve kültür oluşturduğu için halkçı bir söylemdir. Bu söylem çerçevesinde de derin bağlar, iki ülke arasında oluşmaktadır. Çünkü burada ilişkilerin çerçevesi kazan kazan üzerinden oluşmuştur. Bu çerçevede merhum Erbakan’a bir fırsat verilmiştir ve Erbakan, bu fırsatı değerlendirerek iki ülke arasında doğalgaz boru hattı anlaşması imzaladı. Ve bu vesileyle iki ülke arasında çok derin bir bağ oluştu. Çok büyük sloganlar ve hedefler meydana geldi. Bunlar; ortak pazar, ortak para, ortak orduydu. Şu bahsettiklerimin hepsi üçüncü söylem çerçevesinde gerçekçidir ve ortaya çıkabilir, kendini gösterebilir. Ben size şunu söyleyebilirim ki; bizim devletimizde ve hatta ve hatta çeşitli kanatlarında herkes bu söylemi desteklemektedir ve buna inanmaktadır. Bu iddiayı ispat etmek adına da genel bir kanım vardır. Biz, devrimci bir ülkeyiz. Devrimimizi de İslam ve dinimize, kültür ve inançlarımıza göre şekillendirmekteyiz. Biz, şuna inanmaktayız ki eğer Türkiye, direniş cephesine katılırsa kesinlikle İslam dünyasının gücüne güç katacaktır. Biz, kesinlikle İslami Birlik hatta ve hatta İnsani Birlik peşindeyiz.”
“Şii-Sünni geçimsizliği”
“Tarihten edindiğimiz tecrübe bize şunu gösteriyor ki, Şii ve Sünni arasındaki geçimsizlik İslam’ı baltalamaktır. Biz Şii’yiz ve İslam dünyasında Şiilik azınlıktadır. Dolayısıyla İslam birliğinden en fazla yararlanacak olan da bizleriz. Şunu da biliyoruz ki, tüm dinler kardeştir. Şimdi karşı taraf geliyor ve bizi rahatlıkla bölüyor, Şii ve Sünni adı altında bizi bölüyor. Bunu batılı ülkeler uyguluyor, diğer taraftan da gerici Arap devletleri yapıyor. Suriye olayı nedeniyle Sünni cephe diye sayılan cephede ABD, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Fransa, İngiltere, Katar gibi ülkeler yer alıyor. Diğer tarafta karsı cephe diye üç ülke sayılıyor; İran, Irak, Suriye. Bu cepheyi de Şii cephe olarak anıyorlar. Biz, İran olarak Müslüman ülkelere yardım ettik. Tacikistan’la Rusya savaştı Tacikleri destekledik, Çeçenlerin yanında yer aldık, Filistin’de İslami cepheyi destekledik. Gerektiği zaman da Türk Müslümanlarını destekleriz. Siz şimdiye kadar ‘İran, Sünnileri destekliyor’ diye bir şey duydunuz mu? Duymadınız. Halbuki şuana kadar saydığım bütün ülkeler Sünni’dir. Fakat İran olarak Irak’a destek verdiğimizde, ‘İran, Şiileri destekliyor’ deniyor. Bu, Şii ve Sünni kelimelerini kim bizim dilimize yerleştirdi? Neden biz Sünnileri desteklediğimizde ‘İran, Sünnileri destekliyor’ denmiyor. Çünkü şayet bu durumlarda bunu dillendirip kabul ederlerse, İslam birliğini kabul etmiş olurlar. Çünkü bu İslam birliğidir.”
“Suriye’de başlangıçtaki gelişmeler halk tarafından başlatılan bir süreçti ve onlar da meşru isteklerini dile getirmişlerdi. Bu halk ayaklanmasına karşı da bir gerçek vardır ki, Suriye’de Beşar Esad’ı destekleyen bir hareket de mevcut idi. Diğer taraftan da Suriye’nin bu hareketlere karşı yanlış bazı tutumları oldu. Suriye’nin üst düzey sivil ve askeri makamlarına karşı büyük terör eylemleri başladı. Çok kesindir ki bugüne kadar batılı basın organları ve gerici basın organları, bu ikinci bölüme hiç değinmiyor. Çünkü bu olayın perde arkasında kendileri var. Ama biz, bu bahsettiğim terör eylemleri, operasyonlar hakkında da aynı anda çok büyük bir güvene sahibiz. Bahsettiğim o birinci kısım, Suriye’nin iç meselelerini kapsıyor. Ama ikinci bölüm, Suriye’nin iç meseleleri olarak adlandırılamaz. Ve bu bölümde de iki gelişme gerçekleşti, bu da hızla gelişti. Suriye’yi çatışma ortamına dönüştürdü. Şam’daki sokaklara gidip meşru haklarını isteme adına eylemde bulunması gerekli kişiler, Türkiye’de mültecilerin kamplarında yaşıyorlar. Yani bunu da terörizmin çalışmalarının neticesi diye adlandırabiliriz.”
“Cenevre’den umutluyuz”
“Biz, Suriye olayında Cenevre Konferansı’ndan umutluyuz. Bir fırsat mevcuttur. Hemen hemen herkes şuna inanıyor. Artık Suriye sorunu için askeri bir çözüm yolu mevcut değildir. Burada artık şu konuşuluyor; sorun, askeri yöntemle çözülmüyor. Suriye sorununun iki tarafı vardır. Ve biz, bu iki tarafa da diyalog sürecine girmeleri için yardımcı olmamız gerekiyor. Diğer taraftan Suriye’deki görüşmeler için ön şart sunanlar aslında bu müzakerelerin ve bu görüşmeleri uzatan ülkelerdir. Biz, Irak’la 8 sene savaştık. Müzakere sürecine gelindiği zaman da müzakere ettik. Eğer diyalog içerisine girip müzakere etmeseydik, kan dökmenin devamını sağlayan biz olurduk. Tacikistan sorunu ile ilgili bir örnek vermek istiyorum. Sayın Abdullah Nuri, Tacikistan’ın İslami taraftaki lideri idi. Şayet kendisi Tacikistan devleti ile savaşmakta ısrar etseydi kendisine silah sağlayan ülkeler mevcuttu. Ama kendisi buna inandı ki asla ve asla savaşın neticesinde özgürlük elde edemeyecekti. Tam tersine yıkım ve kötü günler olacaktı. Bunu düşünerek karar verdi ve müzakerelere girdi, barışı sağladı. Bu şekilde de sadece Tacikistanlı Müslümanlar arasında kalıcı bir lider olarak adını duyurdu. Tabii bu sorun için başka örnekler de mevcuttur. O örnekleri de değerlendirmek gerek. Suriye’de daha fazla kan akması engellenmelidir.”
‘PKK ile yeni süreç’
“Başta belirtmem gerekiyor ki bu süreç hakkında detaylı bir bilgiye sahip değiliz. Bu, Türkiye devletinin başlattığı bir süreçtir. Biz şuna inanıyoruz ki Türkiye tarafından daha fazla istikrarı korumak adına atılan her adım İran’ın da menfaatinedir. Biz, bu süreçte bölgemizin dışındaki ülkelere bu süreci suistimal etme fırsatı tanımamalıyız. Öncellikle ben, Ortadoğu Projesi hakkında bir şey söylemek istiyorum. Bu onların her zaman arzuladığı bir şeydi ve bu arzuyu ileride de taşıyacaklardır. Yani onlar dünya haritasını bir şekilde kendileri belirlemek istiyorlar. Bir cetvelle, bir harita üzerinde bazı şeyler işlemeye çalışıyorlar. Ve bu şekilde bölgede yüzlerce yıl menfaatlerini korumaya çalışıyorlar. Biz, Pakistan ve Afganistan adı altında iki kardeş ülkeyi biliyoruz. Bu iki ülkenin hudutları, İngiltere tarafından belirlendiğinden dolayı kardeşlik potansiyelini kullanamamaktalar. Ve buna benzer Ortadoğu bölgesinde çok örnek var. Bu onların arzularıdır, istedikleridir. Kesinlikle bu tarihi tuzaktan da sağlam bir şekilde çıkmalıyız. Yani bu düşünceler (Bağımsız Kürt devleti) bu fikirler kesinlikle bölge dışında olanlar tarafından ortaya atılıyor. Aynı sözler, Araplar içinde söylenebilir. Türkler için de söylenebilir. Çeşitli etnikler için söylenebilir. Bu sözleri ortaya çıkaranlar, aslında kendileri buna benzer çok büyük sorunlarla uğraşıyorlar. Biz, topraklarımızın içerisinde çeşitli etnik grupların bir arada yaşadığı huzur içerisinde bir ortam bulamayacağız diye bir şey yoktur. Allah’ın izniyle hep birlikte el birliğiyle, herkes kendi hudutları içerisinde, kendi etnik unsurları çerçevesinde huzur içerisinde yaşayabilecektir. Şayet Türkiye’deki başlamış olan bu süreç başarıya ulaşırsa bu iş başarılı olduğunda bu kesinlikle bizim de menfaatimizedir.”