Liderlere, siyasetçilere, diplomatlara yurtdışında yapılan muamele temsil ettikleri ülkeye yapılan muameledir.
Türkiye’yi yurtdışında temsil niteliği bulunan herkes ülkesini temsil etmenin sorumluluğu içinde hareket etmeye özen gösterir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’yi temsil edenlerin karşılaştıkları muamele Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk kamuoyu için önem taşır. Ziyaretler bu gözle değerlendirilir.
Bu gözle bakarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Washington’da, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da Brüksel’de gördüğü muameleyi değerlendirelim.
En üst düzey muamele
Washington, Başbakan Erdoğan’ı (A) sınıfı bir protokolle ağırladı.
ABD Başkanı Barack Obama’nın, Başbakan Erdoğan’ı Blair House’da ağırlaması, öğle saatlerinde yapılan resmi görüşmeden sonra akşam yemeğinde tekrar bir araya gelmesi bunun en belirgin göstergeleriydi.
Beyaz Saray, Türkiye’den önemli beklentileri olduğu dönemlerde Türk liderlerini en üst düzeyde ağırlamıştır. Bu kez de Başbakan Erdoğan, Beyaz Saray tarafından Washington’un çok önem verdiği liderlere uyguladığı protokolle karşılandı.
Washington önceki yıllarda Turgut Özal’ı, Süleyman Demirel’i, Tansu Çiller’i aynı düzeyde karşılamış ve Blair House’da konuk etmişti. Baba Bush, Turgut Özal’ı Camp David’de de ağırlamıştı.
Liderlere gösterilen itibar, Türkiye Cumhuriyeti’ne gösterilen itibar olduğu için elbette Türk kamuoyu tarafından memnuniyetle karşılanacak bir durumdur.
Bu nedenle yapılan görüşmelerin içeriği ve sonuçları kadar uygulanan protokol de önem taşır. Karşılılık ilkesi bakımından da kayda geçirilir.
Kılıçdaroğlu’nun tepkisi
Ana muhalefet partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Brüksel’de, Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda’ya gösterdiği tepkiyi de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Swoboda’nın ev sahibi olarak Kılıçdaroğlu’na gösterdiği muamele -gerekçesi ne olursa olsun- diplomatik nezakete uygun bir muamele değildir.
Kılıçdaroğlu’nun, bir gazetecinin sorusunu yanıtlarken Başbakan Erdoğan’ı eleştiren sözlerine karşı, düzeltme istemesi, bunu yapmazsa görüşmeye niyetli olmadığı mesajını göndermesi, ev sahipliği ve diplomatik kurallarına aykırı bir muameleydi.
Makam odasına kadar gelen Kılıçdaroğlu’na sözlerinden rahatsızlık duyduğunu iletmesi kaba bir davranıştır.
Bu kabalık karşısında Kılıçdaroğlu’nun tepki göstermesi ve görüşme talebini geri çekmesi yerinde bir harekettir.
Swoboda, Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Erdoğan hakkındaki sözlerini yanlış bulabilir. Aksi görüşte olabilir.
Swoboda, bu tutumu yerine, kendi fikirlerini Kılıçdaroğlu’yla yapacağı görüşmede de dile getirebilirdi. Yine diplomatik nezaket içinde basına farklı görüşlerini açıklayabilirdi. Ancak, görüşmesini Kılıçdaroğlu’nun düzeltme yapması koşuluna bağlaması, Türkiye’nin iç politikasında iki lideri ilgilendiren bir konuyu üzerine vazife kabul etmesi aşırı bir duyarlılık hali oldu.
Kılıçdaroğlu’nun yurtdışı temasları sırasında Başbakan Erdoğan’ı ağır dille eleştirmesi, ton farkıyla da olsa Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a benzetmesi, hem yer ve zaman hem üslup bakımından ayrı bir tartışma konusudur. Daha çok Türkiye’nin iç politikasıyla ilgili bir konuya muhatapları yanıt verirler.
Nitekim Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay bu konuda Kılıçdaroğlu’na yanıt verdi. Swoboda’nın savunmasına ihtiyacı olmayan Başbakan Tayyip Erdoğan da, Kılıçdaroğlu’na yanıtını verecektir.
Yurtdışında temsil söz konusu olduğunda Başbakan da Ana Muhalefet Lideri de, Türkiye’nin itibarını esas almalı, görülen iyi muameleden birlikte memnun olmalı, aksi halde de birlikte tepki gösterebilmeli, iç politika malzemesi gözüyle bakmamalıdırlar.