BERLİN
AB Bakanı Volkan Bozkır, bakanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra AB İlerleme Raporu için yoğun bir mesai yürüttü. Ankara için “kabul edilebilir” ölçülerde bir rapor çıkmasına büyük emek veren Bozkır’ın yeni gündemi AB müzakereleri. Bu kapsamda Almanya’ya giden Bozkır’la, bölgedeki son gelişmeleri, AB’nin bakışını ve Türkiye’nin son toplumsal olaylardan sonra hazırlamaya karar verdiği iç güvenlik reformunu konuştuk.
60 bin kişilik Avrupa ordusu kurulmasının tasarlandığını ancak bunun kurulamadığına dikkati çeken Bozkır, ekonomi, genç nüfus ve enerji konularında Türkiye’nin AB kriterlerini karşıladığını vurgulayarak, 4. kriter olarak nitelediği ordu için de “AB’nin bir araya getiremediği 60 bin kişilik orduyu üye olsaydı, sadece Türkiye tek başına bir araya getirip AB silahlı gücü olarak ortaya çıkarabilirdi. Bu 4 unsur gerçekten stratejik olarak AB’nin geleceğini etkileyecektir” dedi. Bozkır, Başbakanlık’ın hazırladığı son genelgeye göre bütün yasa çalışmalarında AB Bakanlığı’nın da söz sahibi olacağına dikkati çekerek, güvenlik reformu çalışmalarına bakanlığının da katıldığının altını çizdi ve “Ne yaparsak yapalım AB uygulamalarını aşmaz” değerlendirmesini yaptı.
Bozkır’ın, Almanya seyahatinde sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Bölgedeki sarsıntı Almanya’yı tehdit eder
Almanya, AB süreci bakımından çok önemli bir ülke. Şimdiye kadar AB’ye aday üye olan ülkelerin hepsinin lokomotifi Almanya olmuştur. Bir tek Yunanistan örneği vardır, onda da Fransa’nın etkili olduğu söylenir. Bu sürecin nasıl devam edeceği ve iki tarafın da yararına ne şekilde bir yol haritası saptanacağı konusunda konuşulması ve anlaşılması lazım.
Devlet politikalarında kişilere bağlı olmak hiçbir şekilde doğru olmaz. Alman Şansölyesinin tutumundan kaynaklı bir duraklama yaşıyor olabiliriz ancak Schröder zamanında Almanya olmasaydı Türkiye müzakereleri başlatamazdı. En çok fasıl açılan ülke de Almanya’dır. 3 fasıl açtık. Uzun zamandır Almanya ile AB konusundaki görüşmelerimiz birbirimizi anlayabileceğimiz tonda değil, daha böyle birbirimizi zorlayarak yürütmeye çalıştık. Ben AB Bakanı olduktan sonraki dönemde Almanya ile sadece AB süreci üzerinden değil, ilişkilerimizi son derece önemli ikili ilişkilerimiz tablosuna bakarak da yürütmenin doğru olacağını düşünüyorum. 38 milyar dolarlık ticaret hacminden bahsediyoruz.
Almanya’nın ihracatı 25 milyar dolar ve Türkiye’deki yatırımlarına bakacak olursak, gerçekten en önemli yatırımcılardan birisi. Gelen turist sayısı bakımından çok önde, 5 milyon turist geliyor. Türkiye’de yaşayan Almanlar var. Geleneksel olarak bizim bölgemizle de gerçekten her zaman yakın ilgisi olmuştur ve dış politikasının önemli bir ayağını Kafkaslar, Ortadoğu teşkil etmiştir. Bu çerçevede de bugün bölgemizde yaşaan gelişmeler her ne kadar Almanya’ya uzak gibi gözükse de Almanya’yı derinden etkilemektedir Buradaki sarsıntılar Almanya’nın geleneksel politikaları tehdit edebilir boyuttadır. Karşılıklı çıkarlarımızı daha net bir tabloda konuşmayı öngörüyorum.
Gecikmenin ardındaki oy dengesi
BM Güvenlik Konseyi tablosuna benzer bir tablo AB’de de vardır. BM’de 5 ülkeye veto hakkı tanımak suretiyle bütün uluslararası problemlerin çözüm mekanizmasında çok önemli bir güç elde edilmiştir. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan tablo bugüne kadar gelmiştir. Dünya gerçeklerini yansıtmayan bir tablo olduğu için de BM atıl durumdadır.
AB’nin kurucusu ülkeler de BM GÜvenlik Konseyi’ne benzer güç mekanizması kurmuşlardır. Almanya’nın 29 oyu vardır, Fransa, İngiltere, İspanya’nın aynı. Hırvatistan’ın 6 oyu vardı. Herhangi bir konuyu bloke etme hakkı vardır. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin geciktirilmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi bu tabloda yatmaktadır. Türkiye üye olduğu zaman 29 oyu olacak.
Parlamentoda 100 milletvekili olacak ve herhangi önemli bir kararı önleme bakımından avantjı olacak. Bir şekilde bunun kırılması lazım. AB - Türkiye ilişkilerinin devamı ortak çıkarlarla olmuştur, bundan sonra da öyle olacaktır. Bu tablonun değişmesi için Türkiye’nin mutlaka vazgeçilmez bir noktaya gelmesi gerekir.
Kendi ordusunu kuramayan güç
Çünkü artık AB, ordusunu kuramayan bir süper güç konumundadır. 60 bin kişilik Avrupa ordusu kurulamadığı için AB hep “soft power” (yumuşak güç) konumundadır. Askeri güçle desteklenmediği için müdahale ettiğinde sonuca etki edecek bir güce sahip değildir. Bu 60 bin kişilik orduyu pek fazla kabul eden, hevesli olan AB içinde ülke de yoktur.
Bozkır, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’nın sorularını yanıtladı.
Türkiye üye olsa, orduyu tek başına kurabilirdi
4 önemli faktör var:
- Güçlü ekonomik piyasalar, güçlü ekonomiler. Bu Türkiye’de var.
- İkincisi, genç ve çalışkan nüfus, bu da Türkiye’de var.
- Üçüncü faktör enerji yollarının güvenli yollardan elde edilmesi. Dünya petrol ve doğalgaz kaynaklarının neredeyse yüzde 70’i bizim bölgemizde. AB’nin ortaya attığı Nabucco projesi için gaz olmadığı için buharlaştı. TANAP projesiyle Türkiye ise bir anlamda gövde gösterisi yapıyor.
- Dördüncü unsur da Silahlı Kuvvetler. O konuda da AB’nin bir araya getiremediği 60 bin kişilik orduyu, üye olsaydı sadece Türkiye tek başına bir araya getirip AB silahlı gücü olarak ortaya çıkarabilirdi. Bu 4 unsur gerçekten stratejik olarak AB’nin geleceğini etkileyecektir.
‘AB raporu objektif ve dengeli’
Almanya’daki Türkler
Elbette Almanya’da çok önemli bir faktör daha var. Bu da Almanya’da yaşayan Türk kökenli vatandaşlar. 2004 seçimlerinde yaklaşık 400 bin Türk oy kullandı. Schröder kazandı.
Bu 400 bin oyun yüzde 70’i Schröder’e gitti. Bizim birbirimize dost olmamız, çıkarlarımızı iyi bilmemiz lazım. Bu çıkarlar üzerine daha sağlıklı, herkesin çıkarlarına uygun politikalar üretmemiz lazım. Yeni Türkiye’de yeni bir üslup içinde, karşılıklı çıkarlara dayalı anlayış içinde ilişkileri yürütmemizin ikimizin de çıkarlarına olduğunu vurgulayacağım. Michael Roth, AB’den sorumlu bakan, hoşluk yapıyor. Buradaki Türk kökenli Alman ve Türk vatandaşları bir arada ağırlıyor. Şu mesajı çıkardım. Hem bir jest yapmak istiyor, hem de Almanya’da yaşayan kendini ispat etmiş, bu insanlarla yemek yiyerek bir mesaj verdiğini düşünüyorum. Burada yaşayanlara telkinimiz; bulunduğunuz topluma entegre olun, ülkenizle bağınızı koparmayın. Dar bölgelerde sırf kendinizle birlikte yaşamayın, ilişkileri geliştirin ki hem Türkiye hem siz kazanın.
Beşinci seyahat
Portekiz, Strasbourg, Brüksel, New York’tan sonra bu beşinci seyahatim. AB Bakanı ve başmüzakerecinin Brüksel’de daha fazla vakit geçirmesi lazım. Orada resepsiyon oluyor, herkes Hırvat başmüzakereciyi görüyor, çarşıda onu görüyor. Benim temennim ayda bir kere mümkünse 2 kere bir günlüğüne gidip orada konuşmakta yarar var. Bir aylık yaklaşımımız bile iyi sonuç verdi. Strasbourg ve Brüksel’ ziyaretlerim, son 4 yılın en verimli ziyaretleri oldu.
Raporla devam edebiliriz
İlerleme Raporu öncesinde de, benim 17. raporum, bugüne kadar hiçbir raporda olmadığı kadar görüşme yaptığımız oldu. 26 konuda değişiklik önerisinde bulunduk ve yarısından fazlasını kabul ettiler. Füle ile yeni komiserle görüştüm. Metinlere birlikte baktık. Bu rapor objektif, dengeli, yaşanabilir, karşılanabilir tenkitler olan, bazılarını kabul etmediğimiz tenkitler de olan bir rapor. Böylesine kritik bir ortamda bu rapor başka şekilde de çıkabilirdi, hiçbir şekilde devam etme şansımız da olmazdı ancak bu şekilde bu raporla devam edebiliriz. Türkiye ile AB Komisyonu arasında karşılıklı güven ortamı ortaya çıktı. Hiçbir şey basına sızmadı. Benim basın toplantısındaki ifadelerimi de komisyon sessizlikle karşıladı, onayladı. Önümüzdeki aylar, yıllar için önemli bir tarz geliştirdik.
‘Güvenlik paketi AB standardında olmalı’
Güvenlik reformu paketi bugünden yarına çıkacak bir şey değil, çalışmaları devam ediyor. Bir Başbakanlık genelgesi hazırlandı. Tüm yasa çalışmalarında AB Bakanlığı’nın da görüşünün alınması talimatı var, uyumun gözden geçirilmesi talimatı var. Birlikte çalışıyoruz güvenlik paketi için. Mutlaka AB standartlarına uygun olması gerekir.
Bunlar yeni konular da değil, gözaltı süreleri, tutukluluk süreleri bu konuda kanun değişiklikleri yapıldı. İngiltere’de Alnanya’da Danimarka’da Fransa’da bu tür durumlar için ne yapıldı ona bakıyoruz. AİHS’nin Brogan kararları gibi kararlar da elimizde mevcut. Bu karara göre, kanunların AİHM ve AİHS’ye de uyumlu olması gerekir.
Ne yaparsak yapalım, AB uygulamalarını aşmaz. İçişleri Bakanlığı ile paylaşıyoruz. Sadece Almanya değil, Danimarka, Hollanda, Fransa bütün mevzuatı geçtim. Hepsine bakıp bir şey yapılıyor.
Üç aşaması var bu işlerin, bütün dünyada aynıdır. Yakalama, gözaltına alma, tutuklama ve bunları kimin yapacağı. İlk aşama polis, savcı, hâkim ne yapacak? Hangi sürelerde polis, savcı, ya da hakim devreye gircek. Bunun bütün dünyada standartları var, hemen hemen aynıdır.
AB reform sürecinde getirilmiştir. Buralarda biraz daha net tanımlamalar yapılmıştır. Bunlar şu aşamada konuşulacak şeyler değil. Ortada bir taslak olmadığı için ancak yakalama, gözaltına, tutuklama, mahkûm etme süreçleriyle ilgili AB’deki bütün veriler var elimizde. Toplumsal olayların cezalarındaki veriler var elimizde. Bunun dışında bir uygulama olmayacağını söyleyebilirim. Her ülkede yeknesak bir uygulama yok, değişiklikler gösteriyor. Bütün tablolar var, değerlendireceğiz.
Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır (sağda), Almanya temasları kapsamında Almanya AB konularından sorumlu Devlet Bakanı Michale Roth ile Berlin’de görüştü.
Fotoğraf: AA
Biz de dinliyor olabiliriz
(Güvenlik reformu konusunda AB’nin tepkisi ve Almanya’nın Türkiye’yi dinlediği iddiası konusunda) Benim gündemim AB, bunun da muhatabı bellidir. Bir şekilde soru sorulursa ben de açıklamalar ölçüsünde cevap veririm. Dinleme konusunda ise bu tip işler her yerde olur. Biz de dinliyor olabiliriz.
AİHM kısıtlaması
Bozkır’ın, güvenlik reformu konusunda örnek verdiği Brogan kararı 1988 tarihini taşıyor. AİHM, bu davada, terör şüphelisi 4 başvurucunun, Kuzey İrlanda’da polis tarafından gözaltına alındığı, 4 gün 6 saat ile 6 gün arasında sorgulandığını ve daha sonra suç isnadı yapılmadan, hâkim önüne çıkartılmadan salıverildiklerini tespit etti.
AİHM, gözaltı süresi konusunda sözleşmedeki “ivedilik” ilkesine bakarak, 4 gün 6 saatlik veya daha uzun bir süreye yayılan gözaltının söz konusu olamayacağına karar verdi. AİHM, bu davada, polis gözetiminde alıkoymanın toplumu terörizme karşı koruma amacı taşısa bile sözleşmenin 5 nolu protokolünün 3. maddesinde öngörülen süreye ilişkin kısıtlamanın dışında kaldığına dikkati çekti.
AİHM’nin bu kararı, AB ülkelerinin yasal düzenlemelerine karşı AİHM tarafından getirilen sınırlamalara örnek olarak gösteriliyor.