BİLGAY DUMAN - Son dönemde Irak’ta terör örgütü DAEŞ’in artan hareketliliği dikkat çekici boyuta ulaştı. 2014’ün Haziran ayında Irak’ta, başta Musul olmak üzere ülkenin üçte birinde toprak hakimiyeti sağlayan ve daha sonrasında hakimiyetini Suriye’ye taşıyan DAEŞ’in, Paris, Madrid gibi uluslararası başkentlerde düzenlediği terör saldırılarıyla etkisini küresel düzeye çıkardığı bir süreç ortaya çıkmıştı. Nitekim DAEŞ’in Irak ve Suriye’deki toprak hakimiyetini sonlandırmak, uluslararası terör saldırılarını engelleyebilmek için ABD’nin öncülüğünde, aralarından Türkiye’nin de olduğu 60’tan fazla ülkenin yer aldığı DAEŞ’le Mücadele Uluslararası Koalisyonu kurulmuş ve özellikle Irak ile Suriye’de örgüte karşı operasyonlar düzenlenmiş, Irak güvenlik güçlerinin karşı yürüttüğü mücadeleye özellikle hava saldırıları konusunda destek verilmişti.
Üç yıldan fazla süren operasyonlar sonucu, dönemin Irak Başbakanı Haydar el-Abadi’nin Aralık 2017’de yaptığı “zafer” konuşması ile DAEŞ’in Irak’ta ele geçirdiği toprakların tamamının geri alındığı açıklanmış, aynı şekilde Suriye’de de DAEŞ’in elinde sadece Rakka’da sınırlı bir bölge kalmıştı.
Irak’ta artan saldırılar
Tüm bunlara rağmen, DAEŞ’in son dönemde bir toparlanma içerisinde olduğu dikkat çekiyor. 2019’dan itibaren DAEŞ’in, özellikle Irak güvenlik güçlerini hedef alan saldırılarını artırdığını söylemek mümkün.
Iraklı güvenlik kaynaklarının yerel medyaya yaptığı açıklamalarda, Musul’un güneyinde yer alan ve güvenlik boşluklarının önüne geçilemediği köylerde DAEŞ baskınlarının yoğunlaştığı; hatta bazı köylerde örgüt militanlarının uzun süreli kontrol noktaları dahi oluşturabildikleri belirtiliyor. Bu noktaların Musul’a bağlı Geyyara ve Mahmur’a yakın noktalarda gerçekleştiği, zira son dönemde DAEŞ’e karşı Musul’da verilen kayıpların da bu bölgelerde yoğunlaştığı görülüyor. Bu noktada tartışmalı bölgeler olarak adlandırılan ve idari kontrolün ötesinde farklı erklere bağlı güvenlik kurumları arasındaki koordinesizlik gri alanlar oluşturuyor. Bu gri alanlar da DAEŞ ve PKK gibi terör örgütlerine alan açıyor.
Öte yandan DAEŞ militanlarının Diyala, Selahaddin ve Kerkük hattından sonra Musul’da da önemli ölçüde güç kazanması, örgütün hücre yapılanmalarının, Irak’ın kuzeyinde genişleme kazandığını göstermesi bakımından önem taşıyor.
DAEŞ’in gerçekleştirdiği söz konusu saldırılar yeraltına çekildiği söylenen, örgüte bağlı silahlı/silahsız varlıkların yeniden organize olduğu anlamına da gelebilir. Nitekim terör örgütünün, “toprak hakimiyeti”nin sona ermesi sonrası evrildiği yeni doktrin içerisinde yaptığı saldırılarda, büyük gruplardan ziyade küçük gruplarla hareket ederek, ani baskınlar yoluyla bir saldırı stratejisi izlediği görülüyor. Bu durum, alandaki kontrol oranı azalan terör örgütünün sığınabildiği gri bölgelerden çıkarak yaptığı saldırılar ile uyumluluk gösteriyor. Ancak DAEŞ militanlarının, Musul özelinde bazı köylerde ve çevresinde uzun süreli kontrol noktaları kurabilmesi; örgütün izlediği taktik ve stratejiler açısından Kerkük, Selahaddin ve Diyala’dan ayrışan önemli noktalardan biri. Bunun yanında DAEŞ’in genellikle vur-kaç taktiğiyle hareket ettiğini söylemek mümkün.
Yeni karşı hamle: Irak Ordusu – Peşmerge Ortak Gücü
Musul ve Kerkük gibi vilayetlerde, IKBY ile sınır bölgelerinde oluşan boşluklar saldırılara zemin hazırlıyor. Buna ek olarak vilayetlerin coğrafi farklılıkları, örgütün stratejisinin farklılaşmasına da neden oluyor. Örneğin Musul içerisinde yer alan Cezire Çölü’nün yanı sıra Selahaddin, Diyala ve Kerkük’ün birleştiği bölgede bulunan Hemrin dağları, DAEŞ ile sınırlı olmamak üzere terör örgütlerinin barınabileceği bir alan sunuyor. Bu yüzden de, başta DAEŞ olmak üzere terör örgütleri, sahip oldukları bu “güvenli alanlar”dan etrafı tehdit eder bir pozisyon alıyor.
Irak Ordusu ve peşmerge de, bu tehdidi bertaraf edebilmek için, Musul, Kerkük ve Diyala’da ortak koordinasyon merkezleri kurdu. Ayrıca yüzde 70’i Irak Ordusu, yüzde 30’u peşmergelerden oluşan ortak bir güç kurulması kararı da alındı. DAEŞ’in Irak’ta kara hakimiyeti kurduğu yıllarda (2014 – 2017) dahi, Irak güvenlik güçleri ve peşmergeler arasında DAEŞ’e karşı bir işbirliği olsa da, bu, hiçbir zaman ortak güç kurulmasına evrilmemişti.
Zamanlaması manidar
Bunlara rağmen DAEŞ’in saldırılarının önüne geçilebilmiş değil. 1 Temmuz – 6 Aralık 2021 arasında Musul, Kerkük, Selahaddin ve Diyala’da DAEŞ’in saldırıları nedeniyle sivil ve askeri güçlerden 142 kişi hayatını kaybederken, bunların 21’i peşmerge. Bu saldırılarda hayatını kaybeden peşmergelerin çatışmaların yanı sıra doğrudan DAEŞ’in saldırıları ile de hayatını kaybetmiş olması dikkat çekici.
Bu noktada DAEŞ saldırılarının, ABD’nin Irak’taki askerlerini yıl sonuna kadar çekeceğini açıklamasının ardından artış göstermesi de gözlerden kaçmamalı. Örgütün saldırılarının arttığı bir dönemde, ABD’nin Irak’tan askerlerini çekme kararı konusundaki tutarlı tavrı, DAEŞ’in niteliği konusundaki tartışmaları da yeniden alevlendiriyor. DAEŞ’in, çok uluslu ve küresel kimliğinden sıyrılıp yeniden yerel bir aktör olarak mı kabul gördüğü sorusu akıllara geliyor. Zira örgütün kara hakimiyetinden vazgeçerek, daha çok vur-kaç taktiğine dönüş yapması “sıradan bir terör örgütü” olarak hareket serbestliğini beraberinde getiriyor. Zira DAEŞ’in sağladığı ya da sağlayacağı kara hakimiyeti, ögütün ortaya çıkardığı tehdit algısını da artırıyor ve “karşı tarafı” konsolide ediyor.
Bu noktada temel soru, DAEŞ’in Irak’ta düzenlediği asimetrik silahlı eylemleri, diğer coğrafyalara da taşıyıp taşımayacağı. Zira her ne kadar DAEŞ, mevcut durum itibariyle Irak özelinde yerelde etkinliğini artırsa da, diğer sınır ötesi coğrafyalar da etkileşim, iletişim ve bağlantılarını koruyor. Bu nedenle DAEŞ saldırılarının Irak’taki sürekliliği ve ne yöne evrileceği, Irak’ın güvenliği ve siyasi geleceği ile ilgili olduğu kadar, bölgesel ve küresel güvenlik dinamikleri açısından da dikkatle takip edilmesi gereken bir süreç. Çünkü daha önce de olduğu gibi, DAEŞ’in Irak’taki aktivitesi, bölgesel ve küresel anlamda beklenmeyen güvenlik problemleri ortaya çıkarabilir.