İsveç’in Stockholm kentinde 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’ndan bu yana, her yıl 5 Haziran tarihinde, çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratılması ve eylemde bulunulması amacıyla 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanıyor. Nasıl ki sağlığını korumak, hasta olmamak için gerekli tedbirleri almak ya da hasta oluna doktora gidip tedaviyi başlatmak her yetişkinin kendi sorumluluğunda ise çevreyi korumak da bu dünyada yaşayan her bireyin sorumluluğuna girer. Hatta mecburiyetine tabidir. Zira kendi sağlığınızla ilgilenmezseniz kaybeden sadece siz olursunuz. Ancak çevreyi kirlettiğinizde ve gereken hassasiyeti göstermediğinizde zarar verdiğiniz kişi sadece siz değilsiniz. Aynı çevrede yaşayan diğer kişiler hatta gelecek nesil de bundan olumsuz yönde etkilenir.
Çevremizi, yaşadığımız dünyayı korumak son zamanlarda gittikçe daha da fazla önem kazanmaya başladı. Kuraklık, kıtlık, su kaynaklarının ve enerji kaynaklarının tükenmesi bu gidişle kaçınılmaz son olacak. Hızla artan nüfus ve kaynakların uygun olmayan şekilde değerlendirilmesi doğaya karşı acımasız yaklaşımımız karşılığını almaya başladı bile. Aslında son derecede cömert olan bizi kucaklayıp, besleyen, yaşatan hem gözümüzü hem de ruhumuzu okşayan doğa bu nankör davranışımıza karşı hak edilen cevabı veriyor, ileride daha da ağır bedeller ödetecek.
Kirliliğin sebepleri
Nüfustaki artış: Dünya nüfusunun gittikçe artması hem kaynakların yeterliliğinde ve kullanılmasında bir sorun yaratır, hem de doğal sonucu olarak çevre kirliliğinde artışa sebep olur. Bunun en basit örneği bir ya da iki kişinin yaşadığı bir ev ile kalabalık bir ailenin yaşadığı evi karşılaştırmakla verilebilir. Ev ne kadar kalabalıksa temiz ve derli toplu tutmak da o kadar zordur. Özellikle de ev halkı bu bilinci tam olarak geliştirmemişse.
Şehir yaşamında karşılaşılan sorunlar: Şehirlerdeki alt yapı sorunları, arazi kullanımındaki yanlışlar, kalabalıklaşan nüfusla beraber atık su ve katı atık artışı, çarpık yapılaşma, gürültü, trafik ve hava kirliliği şehir yaşamında karşılaşılan ve çevreye de zarar veren sorunlardır.
Köyden şehre göç: Kırsal alanlardan gerek eğitim gerekse ekonomik ya da sosyal sebeplerden şehre akan göç dalgası şehirlerin daha da kalabalık nüfusa sahip olmasına buna bağlı sorunların ve yetersizliğin ortaya çıkmasına sebep olur. Doğayla toprakla uğraşan insan da azaldığından bu durum çevreye iki katı zarar verir.
Enerji tüketimi, fosil yakıtların kullanımı: Kalabalıklaşan nüfus özellikle şehir ortamında daha da çok enerji tüketimine sebep olur. Yeni enerji kaynakları yaratmak için doğadan faydalanmaya çalışırken de bu enerjiyi tüketirken de çevreye zarar verebiliriz. Kömür ve petrolün endüstri, ısınma ve ulaşımda kullanımı neticesinde karbon salınımı her geçen gün artarak küresel ısınma ve iklim değişikliğine neden oluyor.
Doğal kaynakların tüketimi: Artan nüfus barınmak, ısınmak, doymak için doğadan faydalanmak zorunda. Orman, içme suları, verimli toprak gibi doğal kaynakların hor kullanımı sanki hiç bitmeyecekmiş gibi müsrif tüketimi gelecek nesiller konusunda bizi, daha doğrusu ancak bir kısmımızı endişelendiriyor. Bu bilinci bir an evvel herkese yaymak gerekiyor.
Kimyasal maddelerin kullanımı: Tarımda, endüstride ve diğer alanlarda yoğun olarak kullanılan kimyasal maddeler, hava, su ve toprak kirliliğine neden oluyor.
Sanayileşme: Her ne kadar sanayileşme ekonomik gelişmenin bir sonucu olsa da atık yönetimi konusundaki sorunları da beraberinde getiriyor.
Bu konuda çalışmalarını yakından takip ettiğim iki örnek insandan bahsetmek istiyorum. Biri Monako Prensi II. Albert. 2006 yılında kendi adıyla kurduğu vakıf ile gezegenimizi korumak adına çok büyük projelere imza atmış ve atmaya da devam ediyor. Diğer örnek insan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’dır. 2017 yılında başlattığı sıfır atık projesi ve bu konuda atılan her adım çok değerli. Dünya ortak evimiz kitabında belirtildiği gibi iklim değişikliği, ekonomiden teknolojiye, gıda ve su kaynaklarından insan sağlığına kadar hayatın her alanını etkiliyor.