Haftaya Türkiye gün-demi ile de iç içe geçen uluslararası iki önemli zirvenin tartışmasıyla başladık. Geçen hafta sonu gerçekleşen Türkiye-AB zirvesi ve Paris’te 147 ülke liderinin katılacağı İklim Zirvesi...
Aslında, iklim sorunları dediğimiz mesele, sanayileşmiş ülkelerin dünyayı yaşanmaz hale getirmesinden başka bir şey değil; böyle olunca dünyanın “ikliminin” sanayi devrimi öncesine dönmesi, ancak sanayi devrimiyle insanlığa dayatılan paradigmanın değişmesiyle mümkün olur. Dolayısıyla, tam da şu sıralar başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın bütün sıcak ve dondurulmuş çatışma alanlarını doğuran temel neden, sanayi devrimiyle ortaya çıkan enerji ve pazar kavgası değil mi? Ortadoğu’daki terörün kaynağı, bölgenin enerji kaynaklarının acımasızca yağmalanması ve bunun için bütün bu bölgede üç yüz yıla yakın bir süredir işbirlikçi yönetimlerin -diktatörlük ve oligarşik yönetim olarak- işbaşına gelmesidir. İklim Zirvesi’nde sanayileşmiş ülkeler, madalyonun bu yanını hiç ele almıyorlar; yapılan en radikal öneri, dünyayı tamamen karbon yakıtlardan temizlemek... Ama bunun için de enerjiye hiç ulaşımı olmayan ülkelerden başlanmasını öğütlüyorlar. Örneğin, 300 milyon insanın elektriğe erişiminin olmadığı Hindistan gibi ülkelerde fosil yakıt kullanımının radikal olarak kısıtlanmasını istemek gibi... Bunun dışında sanayileşmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere kaynak aktarımı da aksıyor, çünkü gelişmiş ülkeler çok yüksek kamu açıklarıyla karşı karşıya.
Önce adil paylaşım...
Dolayısıyla, bugün sanayileşmiş Batı’nın aklıyla -onlar buna rasyonel akıl diyor- dünyanın iklim, yoksulluk gibi devasa sorunları çözülmez. Zaten bütün bu sorunlar ve bu sorunların sonucu olan terör, sanayi devrimiyle başlayan sürecin sonucu olarak kapımızda. Öncelikle sanayileşmiş ülkeler, şimdiye değin el koydukları yoksulların enerji kaynaklarının üzerinde oturmaktan ve bunun için yoksul ülkeleri birbirine düşürme politikasından vazgeçsinler. Enerji kaynaklarını en etkin, temiz ve adil olarak ancak onların gerçek sahipleri kullanır. Bu, hem herkesin rahat nefes alacağı hem de terörün duracağı bir dünyanın ilk adımı olacaktır. Dünya, daha temiz ve güvenli yenilenebilir ve teknoloji yoğun enerji kaynaklarına geçecektir ama bunun ilk adımı karbon enerji kaynaklarının adil paylaşımıdır. Şimdiki iç savaşların ve terörün temel nedeni, hâlâ karbon enerji kaynaklarının haksız paylaşımı ve bunun için yapılan pazar kavgasıdır.
Bunun dışında gelişmiş ülkelerin, hem kendi iç politikaları hem de birbirleriyle olan çatışmaları gereği Paris’teki zirveden sonuç alıcı uzlaşmayla çıkmaları mümkün değil. Mesela ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçiler, petrol tekellerinin ve 20. yüzyılın kontrol sanayisi olan askeri-sınai yapının çıkarına aykırı hiçbir karara onay vermezler. Bu açıdan ABD, ne Paris’te ne de başka bir böyle zirvede kendisini bağlayan bir karara imza atamaz.
AB-Türkiye...
Gelelim; Türkiye-AB zirvesine... Bu zirve hem Türkiye-AB ilişkilerinin geldiği aşama hem de AB’nin içinde bulunduğu kriz açısından önemliydi. Ben, “bu zirvede, AB Türkiye’nin önemini” anladı gibi değerlendirmelerin pek geçeri olduğunu sanmıyorum. Bu zirvede, Almanya’nın başını çektiği AB’nin tek gündemi vardı; kapımıza dayanması muhtemel olan mülteci dalgasını Türkiye’yi dalgakıran olarak kullanıp, nasıl önleriz... AB’nin bu sorunu, mülteciler için 3 milyar euro vererek, Türkiye’ye yıkamayacağını bilmiyorum orada anlatabildik mi?
Çıpa nereye atılıyor?