Şu kur sorunu üzerine, bu köşe dahil olmak üzere, kaç yazı yazdığımı hatırlamıyorum. Ancak teslim etmek gerekir ki devalüasyonlarla bir gecede biriktirdiklerinin yarısı buhar olmuş, soyulmuş, yoksullaştırılmış bir ülkede hızlı kur artışlarını kriz dışında bir kelimeyle ifade ettiğinizde bu hiç kimseyi kesmiyor. Döviz borcu olan olmayan herkes, bu ülkede hızlı kur artışını ekonomik krizle eş tutar. Ancak şu soruya sakince cevap arayalım: 2016 son çeyreğinde başlayan ve halen devam eden TL’nin hızlı değer yitirmesi, bugün reel sektör için bir krizin temel nedeni olabilir mi?
Öncelikle, gelişmekte olan ülkelerde yerel para birimlerinin, temel rezerv paralar (euro ve dolar) karşısında hızlı değer yitirmesi ya da sabit kur rejimi uygulanıyorsa devalüe edilmesi sonuçtur. Bu sonuç, eğer ülke sabit kur rejimi uyguluyorsa doğrudan bir reel sektör krizine bağlı olarak, dalgalı kur rejimi uygulanıyorsa, hızlı sermaye çıkışı ve küresel-yerel finansal beklentilerin önceden fiyatlanmasıyla ortaya çıkar. İkinci durum (sonuç) geçici olabilir ve bir reel sektör krizine tekabül etmeyebilir. Bizim buradaki iddiamız da budur...
ABD ne yapıyor?
ABD’nin bir müddettir yapmaya çalıştığı dolar üzerinden yeni bir konsolidasyondur. Trump’ın son zamanlardaki çıkışları da bu konsolidasyondan ayrı değildir. Trump, kendi sermayedarına niye gidip Meksika’da yatırım yapıyorsunuz diyor yani sermayenizi ABD’de değerlendirin diyor; bu, ABD’nin dış finansman endişesine bağlı olarak, doları yüksek faiz beklentisiyle değerlendirmesi de bundan farklı bir tutum değil. Ama bunun dünya ekonomisinin en tepesinde olma iddiasını sürdüren bir güç için pek doğru olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü ekonomik egemenlik emtia ve sermaye ihracından geçer. Sermaye ihraç etmeyen bir ekonomi bırakın en tepede olmayı merkez ekonomiler arasına bile giremez. Yani ABD’nin gereksiz değerli dolara bağlı bu stratejisi pek uzun vadeli değil.
Reel sektör?
Ama bu tez, şu anda Türkiye’de hiç kimseyi tatmin etmez. Ortada temel bir rezerv para var ve siz o para üzerinden dışarıyla ticari ilişki kuruyorsunuz, sizin paranız da o para karşısında değer yitiriyor. O halde kurun bu seviyesinin Türkiye’de kamu ve reel sektör için bir finansman krizine yol açıp açmayacağını sorgulamak gerekiyor. Geçen gün Enerji Bakanı Albayrak, 2017 yılı içinde enerjide bir fiyat artışının gündemde olmadığını söyledi. Yalnız bu bile Türkiye’de kamunun kur artışlarını hem reel sektöre hem de hane halklarına yansıtmayacak kadar güçlü olduğunu ve kamudaki dengelerde kur kaynaklı bir sorun olmadığını gösteriyor. Türkiye’nin dış borcu ve buradaki kur riski konusunda ise lütfen şu linke bakın:
https://tcmbblog.org/tr/turkiyenin-toplam-borcu-uzerine/ linkini verdiğim bu çalışmanın sonuçlarından biri şu: “Seçilmiş ülkelerin Finansal Hesaplar verilerinden hesaplanmış ‘toplam borç/GSYH’ oranları karşılaştırıldığında, Türkiye’nin brüt toplam borçlarının GSYH’sinin yaklaşık yüzde 40'ı olduğu görülmekte olup, bu oran çalışmada incelenen diğer ülkeler içindeki en düşük oran olarak göze çarpmakta. Diğer taraftan, 2016 yılının ilk çeyreği itibarıyla Türkiye’deki genel yönetimin, hane halkının ve finansal kuruluşların borcunun diğer ülkelere kıyasla oldukça düşük seviyede olduğu görülüyor. Finansal olmayan kuruluşların borcunun ise karşılaştırılan bazı ülkelere göre daha yüksek olmakla beraber, Euro Bölgesi ortalamasına yakın seyretmesi dikkat çekiyor.
Özet olarak; Türkiye’de yerleşik sektörlerin toplam borcunun büyük oranda iç borç kaynaklı olduğu, GSYH’ye oran olarak bakıldığında 2015 yılı üçüncü çeyreğinden itibaren gerilediği ve ülkelerle karşılaştırmalı incelendiğinde ise düşük seviyelerde seyrettiği görülüyor.”
Yanlış nerede?
Bütün bunlara rağmen, tabii ki kurdaki bu hızlı yükseliş kabul edilemez, burada seviyeyi tartışmıyoruz. Çıkışın hızlı ve öngörülebilir olmamasını tartışıyoruz. Bu konuda da iki önemli konuya değinmek istiyorum. Birincisi, Türkiye’nin döviz ve sermaye piyasalarını, elinde yüz milyon dolar civarı para olanın kuru yerinden oynatmayı becerdiği (!) sığlıktan çıkarmalıyız. Çok “derin” itirazlara rağmen Varlık Fonu’nun kuruluş amaçlarından biri budur ve burada daha yapılacak çok “iş” vardır. İkincisi, şunu kabul edelim ki TCMB, 2001 krizinden sonra dalgalı kur rejimi döneminde bile, faiz aracıyla kur hedeflemesi yaptı ve önce enflasyonu, sonra da finansal piyasaları bu şekilde kontrol etmeye kalktı. Yani finansal istikrar meselesi yalnız dışarıya sorunsuz ve ballı kaynak aktarmak olarak anlaşıldı ve bunun gereği yapıldı. Lira, uzunca bir dönem gereksiz değerli oldu. Bununla ithalat ve gereksiz borç ekonomisi ortaya çıkartıldı. Şimdilerdeki hızlı değer yitiminde bu yanlış politikanın çok büyük payı vardır. Şimdi birileri yine bu yanlış politikayı uygulaması için Merkez Bankası’na baskı yapıyor ve bunun için kur artışını bahane ediyor. Yanlıştan dönmek ve bunun yerine doğruları getirmek, pek sancısız olmuyor; işte şimdi bunun sancısını çekiyoruz.
Bu konuda son olarak şunu söylemek isterim; TCMB, kendi tarihinin en güçlü ve en kararlı -bağımsız- dönemlerinden birini yaşıyor. Burada atacağı çok adım vardır ve bunu bu ay göreceğiz.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024