Dün Fed Başkanı Yellen’in ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma ekonominin en önemli gündemi gibi gözüküyor ancak bu konuşmadan da ciddi piyasa analistleri için bir strateji imkânı çıkmıyor. Çünkü birçok ABD kurumu gibi, Fed de ne yapacağını, nasıl adım atacağını bilmiyor. Bu bilmeme hali, eski geleneksel sektörlerle yeni teknoloji sektörlerinin var olan dengesinin sonucu olarak da gündeme geliyor. Örneğin, tıpkı 1995 yılında olduğu gibi, Fed’in faizleri artırarak aşırı değerli bir dolarla yola devam etmesini ve savaşa dayalı bir siyasetle krizi aşmasını isteyen askeri-sınai yapılar ve bunların şemsiyesi olan finans oligarşisi tam olarak gücünü yitirmiş değil. Fed’in “erken” faiz artırması bu kesimin baskısı sonucu olarak gündeme geldi ama devam edemeyeceklerini anladılar.
Dolayısıyla, Yellen’in köşeli olmayan, yoruma açık konuşmaları belirsizliği koruyor. Bu belirsizlik yeni bir denge hali olarak da okunmalıdır.
Pasifik dengesi
Bu belirsizlik halini (dengesini) siyasi tarafta da görüyoruz. Pasifikte Çin-ABD, Kafkasya ve Ortadoğu’da Rusya-ABD hem bir kararsız denge halini hem de bunun belirsizliğini oluşturuyorlar. ABD, Pasifik’te Çin ile var olanı koruma üzerine dengeyi devam ettirmeye ve Çin’i kontrol etmeye çalışırken, Kafkasya ve Ortadoğu’da ise Rusya ve İran ile örtülü yeni bir paylaşıma gidiyor.
Pasifik’te Çin ve Japonya, ABD için yalnız ekonomik dengeleri değiştirecek adımları atmıyorlar, siyasi olarak da, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan dengeleri de değiştirecek yeni bir siyaseti devreye sokuyorlar. Böyle olunca Kafkasya-Ortadoğu-Akdeniz hatta Doğu Avrupa coğrafyası, ABD için, yalnız Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan-İsrail gibi “eski” müttefiklerle “idare” edilecek bir coğrafya olmaktan çıkıyor.
Daha doğrusu, eski müttefikler -stratejik ortaklar- artık eskisi gibi değil. Örneğin Türkiye, yetmişli, seksenli hatta doksanlı yıllardaki Türkiye’den çok farklı. Güçlü bir Türkiye, hiç şüphesiz, Pasifik’te oluşan yeni durum kadar, yeni bir gelişme.
Kriz değil, eşitlenme
Bugün Suriye meselesinde ve buna bağlı olarak, bölgesel terörle mücadelede Türkiye ile ABD arasında ortaya çıkan farklılıklar, örneğin ABD’nin PKK’nın doğrudan bir kolu olan YPG’yi terör örgütü olarak görmemesi politik taktik bir pürüz değildir, doğrudan, yukarıda bahsettiğimiz kararsız denge hali stratejisinin bir sonucudur.
Aynı şekilde ABD, Rusya ve İran ile de bu belirsizlik dengesini koruyor. Örneğin, yakında Hizbullah hakkında İsrail’le ABD’nin bakışı çok farklı olabilir. Bu açıdan, tam şu sıralar gerçekleşen bazı temas ve açıklamalar kimseyi şaşırtmasın. Türkiye, çıkarları gereği, bölgede ABD’den çok farklı davranabilir, bu hiç şüphesiz niteliksel olarak, yeni bir denge haline ve köklü bir krize tekabül etmez ama eskiye göre de hayli farklı bir durumdur.
Bu açıdan Türkiye’nin, ekonomiden dış politikaya kadar olan bütün yönelimlerini, tam şu sıralar, eskisi gibi ABD’ye endeksleyerek tartmak ve buna bağlı olarak yorumlamak(-kriz var ya da yok demek-) hayli yanıltıcı olabilir.
Bu bağlamda Türkiye-AB ve Türkiye-ABD ilişkilerinde ve denklemlerinde AB’nin ve ABD’nin, şimdiye değin, görülen belirleyici hali de artık yoktur. Türkiye, hem iç siyasetini hem de bölgesel siyasi duruşunu doğrudan uzun vadeli çıkarları çerçevesinde belirlemeye başlamıştır. Böyle olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün ABD’ye dönük eleştirisi, bu yeni durumun olağan günlük politik gelişmelerindendir sadece.
Türkiye’yi anlamak
Aynı şekilde, Türkiye-İsrail ilişkilerinde gözlemlenen düzelme ve yeni bir dönem işareti de Türkiye’nin çok yönlü, yapıcı bölgesel politikasının bir sonucudur. Ve burada çok önemli gelişmelere hazır olalım.
Almanya Başbakanı Merkel’in ziyareti Türkiye-AB ilişkilerinde, yeni bir dönemi -mülteci sorunu dolayısıyla da olsa- umarız başlatır. Daha doğrusu, umuyoruz ki Almanya Türkiye’yi anlamaya başlamıştır. Türkiye’yi anlamaya başlamak hem AB hem de ABD için, aynı zamanda, kendi krizlerini anlamaya başlamanın da adımıdır.
İşin ABD ve AB için belki özet anlatımı böyle ama bir de aynı durumun Türkiye siyaseti ve ekonomi-politikaları için izahı var. Örneğin ekonomi-politikaları konusunda “Türkiye’nin “dışarıya” uyum sağlamaktan ve dış piyasaları takip edip bu yönde reform yapmaktan başka yapacağı bir şey yoktur, bu açıdan mutlaka bir “çıpa” edinelim” (AB, IMF falan gibi) tezleri de artık, bu anlamda, geçerli değil. Tıpkı siyasette AB, ABD ne derse nihai olarak onu yapmamız lazım anlayışının geçerli olmaması gibi...