Uzun süredir böyleydi ama özellikle tam şu günlerde Türkiye hakkında yapılan analizlerin, eldeki statik verilerden kaynaklandığı için pek geçerli olacağını sanmıyorum. Örneğin şu haber; Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Rusya’nın yaptırımlarının sürmesi halinde 2016 yılında Türkiye’nin gayrı safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) 0.3 ila 0.7 baz puan düşebileceğini hesaplamış. Burada banka iki temel sektör hareketliliğinden yola çıkarak bu sonuca varıyor; turizm ve inşaat... Evet, bu sonuca ulaşmak için çok ayrıntılı inceleme bile gerekmiyor. Krize değin, Rusya ve Türkiye’nin, karşılıklı olarak, doğrudan yatırımları artarak sürüyordu.
Turizm için de benzer bir durum var; Türkiye’nin özellikle güney bölgeleri Rusya’dan gelen çok sayıda turisti ağırlıyordu. Rus tarafı, Türkiye’nin yılda 4 milyon turist kaybı olacağını bunun da yıllık olarak 10 milyar dolarlık bir kayba tekabül ettiğini iddia ediyor. İşte bu gibi değerlendirmelerin, rakamsal, somut verilere dayansa bile, tam şu sıralar çok yanlış olduğunu düşünüyorum.
Turizm gerçeği...
Örneğin Türkiye, ağırlıklı olarak niceliğe dayanan turizm politikasından ağırlıklı olarak niteliğe -katma değere- dayanan yeni bir turizm politikasına geçtiğinde bu dört milyonu bulan Rus turistin zaten üçte ikisinin gelmemesi için önlem almak zorunda kalacak. Antalya’da binlerce dönüm orman alan tahsisi yapıp, denizle ormanın buluştuğu yerlerde devasa oteller kurduk, ağaçları feda ettik; golf turizminden ülkeye döviz gelsin diye... Yani o kadar ağacı “her şey dahilci” Rus turistler için kestiysek, zaten “Türkiye’ye artık gitmeyin”diyen Ruslara değil, bize yazıklar olsun!
Antalya’da her biri yaklaşık bin dönüm üzerine kurulan otelleri zaten bu Rus turistler en çok beş yıl içinde batıracaktı, çok isabet oldu. Bu yatırımları yapan ve “Benim otelim ayakta kalsın, dolu gözüksün, ben nasılsa sanayiden, ticaretten kazanıyorum, burayı da prestij için finanse ederim”diyen yatırımcı da aklını başına toplasın, bu sektörün bürokrasisi de...
Güneydeki yatırımcı bu tesislere sahip çıksın; “Ben otelini doldururum, ötesine karışma, başın ağrımasın”diyen uluslararası şebekelere tesislerini peşkeş çekmesin. Zaten bu tesisler hepimizin, çoğunun arazisi süreli olarak devletten kiralanmış. Acaba Türkiye, bazı uluslararası turizm simsarlarının, kiraladığı tesisler üzerinden -kayıt dışı sahtekârlıkla- ne kadar yurtdışına kaynak aktarıldığını hesap etti mi; sakın bu rakam gelmeyen Rus turistlerin kaybına yakın olmasın?
Şimdi Türkiye, turizmde bütün bunları nasıl masaya yatırıp, zaten olması gerekeni çabuklaştıracaksa, diğer alanlarda da aynısını yapacak...
İnşaat meselesine gelince, bugün Rusya’yı inşa edenler yarın bakarsınız Gazze’yi inşa eder, Doğu Akdeniz’in limanlarını, Ortadoğu’nun havaalanlarını inşa eder... Rusya krizi, Güney Gaz Koridoru’nun ekonomik ve siyasi gerekliliğini hem yukarı çıkarmış hem de bu projenin bir metro ağı gibi dallanıp budaklanmasının yolunu açmıştır. Rusya’nın projeleri olan kuzey enerji koridorlarının etkin olarak sonuçlanmaması -Türk Akım’ın iptal olması- yine bu anlamda iyi olmuştur.
Musul... Dün, bugün!
Böylece Türkiye, TANAP’la başlayan Güney Gaz Koridoru entegrasyonunu hem çabuklaştıracak hem de çeşitlendirecektir. Bugün hem Doğu Akdeniz’de hem de Irak’ın kuzey bölgesinde ticarileşmeyen -özellikle ticarileştirilmeyen- enerji yataklarının ortaya çıkarılıp ticarileştirilmesi Türkiye’nin öncelikle tarihi sorumluluğudur. Tarihte ve yakın geçmişte yaptığımız bütün hataları bu vesileyle telafi edeceğiz. Bakın buna Montrö Boğazlar Anlaşması (1936) hatta daha da geriye gidersek Musul Sorunu dahildir.
Musul meselesinin başladığı tarih 30 Ekim 1918’tir; evet bu kadar nettir. Yani, şimdiki gibi, bir pazar ve enerji paylaşımı kapışması olan 1. Dünya Savaşı’nın hemen finalidir; Musul ve Misak-ı Milli...
İngiltere’nin bu tarihlerdeki en büyük hedefi Musul vilayeti ve Osmanlı petrol şirketleriydi. Musul’daki kaynakları Slade Raporu ile keşfeden İngilizler, Mondros’a dayanarak (30 Ekim 1918) Musul’a girmişlerdir.
Lozan’da Türkiye, Musul ve petrolleri konusunda her türlü baskıdan uzak bir plebisit yapılmasını ve petrollerin işletilmesi konusunda görüşmelere açık olduğunu, aksi takdirde Türk heyetinin Ankara’ya dönmesini İsmet Paşa’ya iletmiştir. Ancak, İsmet Paşa, Rusya’nın olası bir savaşta Türkiye’nin yanında yer almayacağını ve İtilaf Devletleri’nin Musul’un konferans dışı bırakılması tavsiyelerini de göz önüne alarak, Ankara’ya barışa ulaşabilmek için, Musul konusunda İngilizlerle uzlaşılması gerektiğini bildirmiştir. Ankara’nın tavrı da bu yönde değişmiş ve Musul konferans gündeminden çıkartılarak, iş Milletler Cemiyeti inisiyatifine havale edilmiştir. Sonrası malum... Şimdi yine Rusya önemli bir faktör mü, yine Irak Kürt Yönetimi ayrılma için halk oylamasını gündeme getirebilir mi, yine Musul enerji ve pazar olarak denklemi değiştirir mi; evet... Ama Türkiye aynı Türkiye mi...