IMF Başkanı Christine Lagarde bu yılın hayal kırıklığı olacağını şimdiden ilan etti. Lagarde, küresel büyümenin umulandan zayıf kalacağını söylerken, bunu gelişen ülkelerde artan riskler, gelişmiş ülkelerde ise yüksek borçlar, yaşlanan nüfus, finansal sorunlar ve bütün bunlara bağlı üretimsizlik olarak gerekçelendirdi. Evet, bu tespiti yapmak için IMF’nin elindeki devasa veri setine, binlerce sayfa ülke raporlarına gerek yok. Yalnız 2015 yılının son üç ayındaki gelişmelere baktığınızda Lagarde’ın tespitini yaparsınız.
Kriz ve savaş
Yeni yılın ilk haftasında ise patlayan Suudi Arabistan-İran gerginliği sanki bize bu yılı anlatacak ön özetti. Dünyanın petrol ve doğal gaz rezervi açısından en zengin iki ülkesinin savaşın eşiğine gelmesi tesadüf değil. Suudi Arabistan, Şii dini lider Ayetullah Nemr’i infaz etmeden önce İran’dan gelecek tepkiyi şüphesiz hesap etmiştir. Öte yandan, İran’ın da bölgede mezhep çatışmasını öne çıkartacak politikaları giderek derinleştirdiği biliniyor. İran’da bu politikasının sonuçlarının bir savaş olacağını hesap ediyor mutlaka.
Her iki ülkenin de silahlanma hızı ve bu silahlanmanın yalnız konvansiyonel silahlarla sınırlı kalmaması ise ayrı bir konu.
Şimdi Lagarde’ın tespiti aslında ekonomik olarak şudur: Dünya ekonomisi topyekun olarak toparlanmaktan çok uzak; çünkü dünya işgücü ve eldeki üretim teknolojisi (araçları) bileşeni, kapasitesinin çok altında ve çarpık olarak işliyor. Dünyada bu anlamda çok büyük bir çıktı açığı var, yani üretim potansiyeli ile elde edilen üretim çıktısı arasındaki açık giderek büyüyor.
Aslında bu durum çok eski bir tespittir ve bu konuda, aynı kapıya çıkacak, çok sayıda teori hatta formülasyon vardır.
En sonuncusu da 21. Yüzyılda Kapital kitabının yazarı Thomas Piketty’ye ait; r>g. Yani tekelleşmiş sermayenin yıllık getiri oranı -kâr, faiz, vb olarak- üretim ve üretenlerin yıllık ortalama gelirlerinin sürekli üstündedir. Burada r sermayenin yıllık getiri oranı, g ise ür etenlerin yıllık ortama geliri. Bu gelir ne kadar artarsa harcama bazında dünya hasılası -büyümesi- o kadar artar. Gelir düşerse büyüme de düşer ama aynı anda sermayenin rantı da daha fazla artıyorsa -ki bu sistemin işleyişi gereği mümkün- bitmek bilmeyen bir kriz dönemine gireriz. Dünyayı 2008 krizine götüren finansallaşma tam da böyle bir süreçtir. Sanayi kârlarının yerini finansal kârların alması hem gelir dağılımını daha da bozar hem de krizi çözülmez hale getirir. Soğuk Savaş’tan önce bunun topyekun çözümü topyekun savaştı. Soğuk Savaş’ın ikili ve şimdinin çoklu nükleer dengesi böyle bir “çözümü” imkânsız kılıyor.
İran-Suudi Arabistan
Ancak eski sektörlerin, teknolojinin ve buna bağlı ekonomik ve siyasi yapıların tasfiyesi için bölgesel konvansiyonel savaşlar, iç savaşlar kriz çözücü olarak devreye giriyor.
Şimdi Rusya, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin petrol fiyatlarının 20 dolarlara doğru gittiği ve doğal gaz paylaşımında da üretim yerinden ziyade enerji hatlarının piyasayı belirleyeceği süreçte saatli bombaya dönüşmemesi beklenir mi; hayır tabii ki... Hele önümüzdeki yirmi yıl içinde karbon asıllı enerjinin ağırlığını diğer enerji kaynaklarına bırakacağını hesap edersek...
Şuna hazırlıklı olalım; bu yıl ve sonrasında ekonomilerini, zenginliklerini geleneksel enerji türlerine dayandıran ve buna bağlı olarak siyasi kurumlarını oluşturan ülkeler, krizin çözümü için savaş kartını kullananlar için açık ülkeler olacaktır. Şimdi Rusya ve İran Suriye iç savaşının arkasında olmasaydı petrol fiyatları sizce ne olurdu? İran-Suudi Arabistan gerginliğinden sonra altın ve petrol fiyatları yukarı doğru kıpırdadı. Ama bu yalnız bir işaret; jeopolitik risk diğer emtialarda da, gerginlik devam ettikçe, fiyatlanacak. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz yıl, özellikle bölgemizde, savaş kartının öne çıktığı bir yıl olacak.
Sistem değişikliği
Türkiye’nin bu çerçevede bölgedeki önemi ve yapıcı gücü daha da öne çıkacak. Bunun için de öncelikle Türkiye’nin kendi iç barışını sağlamlaştırması ve sistemini ekonomik ve siyasi olarak, yeni döneme uygun hale getirerek güçlendirmesi gerekir. Yeni anayasa ve buna bağlı olarak başkanlık sistemi tartışmaları çok önemlidir.
Bütün ülkeler hatta AB gibi ekonomik ve siyasi birlikler, bu derin krize ancak bir önceki yüzyıldan kalma sistemlerini değiştirirlerse cevap verirler ve dağılmadan krizden çıkarlar. Rusya, İran gibi sistemlerini değiştirmek istemeyen bunun için de doğal kaynaklarına güvenen ülkeler için zor bir yıllara girdik.
Ama Türkiye gibi ülkeler için de esaslı, günü karşılayacak sistem değişikliği olmazsa aynı zorluk kapıda. Bunun için anayasa değişikliği yalnız Anayasa’nın değişmesi demek değildir, tüm kurumlarınızın yeniden, yeni bir anlayışla, yeni mutabakatla biçimlenmesidir. Örneğin Anayasa’yı değiştirip eski ekonomi-politikalarında ve bunları kör gözüm parmağına uygulayan kurumlarda ısrar ederseniz, bunun pek kıymeti yoktur. Bu anlamda ekonomi-politikalarının ve ilgili kurumların tartışılmasını çok anlamlı buluyorum. Ama biraz bilerek ve ezberlerden kurtularak.