Bugün Antalya G-20 izlenimlerimi yazmak istiyorum. Dün yayımlanan sonuç deklarasyonu beklendiği gibiydi; yani bir ortak mutabakat metni olduğu için, herkesin “sorun” olarak kabul ettiği başlıkları sıralayan ve bu sorunların çözümünü “umut” eden bir resmi metin... Dolayısıyla, bütün sonuç deklarasyonları gibi, temel ve tali çelişkileri, çekişmeleri ve bunların arkasındaki ekonomi politikayı size anlatmaktan uzaktı yine...
İşte bunun için ben, G-20’nin biraz perde arkasını yazayım istedim. Öncelikle gerek liderler arasında baş başa gerekse heyet ya da genel toplantılar olsun bütün oturumlarda Paris saldırısının izi vardı. Benim burada dikkatimi çeken önemli bir ayrıntı oldu; tamam saldırı Antalya’da önemli bir konu başlığı oldu ama saldırının büyüklüğünü anlatacak bir şok ve şaşkınlık hali de izlemedim ben.
“Bu tür saldırılar olacak bunları bekliyoruz”havası hakimdi sanki... Tabii ki böyle bir beklentiyi oluşturan ekonomik ve politik süreci görmemiz gerekiyor.
Yoksul ülkelerdeki sosyal ve ekonomik çarpıklığın, adaletsizliğin bir sonucu olarak buralarda kendini gösteren terör, Batı’nın başkentlerini vurmaya başladığında Batı, bu sorunu 9/11 sonrasında olduğu gibi, işgal ve eski sömürge yöntemleriyle çözeceğini sandı. Ama bugün ortaya çıkan sonuç, bunun bir bumerang etkisi olduğunu hepimize anlatıyor.
Bumerang Etkisi
Avrupa için “Bumereng Etkisi”ni ilk defa Hannah Arendt anlatmıştır. Sanayi devrimiyle sonuçlanan merkantilist yağma ve sömürgeleştirme süreci, 20. yüzyılda Avrupa’da geç kalmış ve sömürge edinememiş ulus-devletlerde faşizmle son bulmuştur. Avrupa’nın kolonilerde uyguladığı şiddet ise yine kendisine, tıpkı bir bumerang gibi dönmüştür. Bu, belki de bir önceki yüzyılın savaşa dönüşen açmazıydı. Batı, kendisini korumak için daha fazla şiddete ve silahlanmaya başvurmuş ve şimdiki yoksulluğun ve buna bağlı şiddetin de temellerini atmıştır. Bu anlamda, ırkçılık ve ırkçı siyaset yalnız Almanya’ya özgü değildir, doğrudan Batı’ya özgüdür.
Şimdi ise, yine bir Bumerang Etkisi yaşıyoruz... Yoksul ülkelerde, Ortadoğu’da ortaya çıkan terör, hızla Batı’ya ihraç oluyor. Ancak buna çare, bir önceki yüzyılda olduğu gibi, sınırları kapatarak otoriter ulus-devlet paradigmasına dönmek değildir; buraya dönülmesi, aynı zamanda, bitmek bilmeyen iç savaşlar, işgaller ve yoksulluk demektir.
Eskisi gibi olmayacak!
İşte benim G-20 Antalya Zirvesi’ndeki izlenimim, başta ABD olmak üzere, Batı’nın bu çok önemli sistemik soruna yaklaşımının -zorunlu olarak- değişmekte olduğudur. Aralarında Türkiye’nin de olduğu gelişmekte olan ülkeler, borç sorunundan finansal düzenlemelere ve yeni bir vergi sisteminin gerekliliğine kadar olan bütün temel sorunlarda, eskiden olduğu gibi, yalnız Batılı devletleri ve onların hakimiyetindeki kurumların dediğini not almadılar. Tam aksine, sorunların nasıl çözülmesi gerektiğini anlattılar ve kabul de ettirdiler.
Örneğin, zirvenin en önemli toplantılarından biri olan “dirençliliğin artırılması, finansal düzen, uluslararası vergi, yolsuzlukla mücadele, IMF reformu oturumunda, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Rusya ve Türkiye, borçların yeniden yapılandırılması, adil ve şeffaf bir vergi sistemi ve IMF’nin yeniden yapılanması konusunda, şöyle beş yıl önce, gelişmiş ülkelerin ayağa kalkacağı şeyleri söylediler. Rusya, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Çin ve Türkiye’nin etkisi ve yapıcı gücü inanın bugün ABD, AB ve Britanya’nın yapıcı gücünden fazladır ve bu anlamda içinde bulunduğumuz dönem yeni bir dönemdir.
Antalya başlangıcı...
Antalya Zirvesi, bu anlamda bize göre, tarihi bir başlangıç olabilir. Yani tarihe Antalya Mutabakatı diye geçecek bir başlangıçtan bahsediyorum. Tabii bunun için Çin’in Türkiye’den devralacağı önderlik süreci önemli. Bu süreçte Türkiye’nin geldiği yer kısaca şudur;
Öncelikle Türkiye, G-20’den başlamak üzere, sistem içinde şimdiye değin gelişmiş ülkelerin çifte standardına maruz kalmış gelişmekte olan ülkelerin sesi olması , içinde bulunduğumuz küresel kriz sonrası kurulacak “yeni dünya düzeninde” Doğu ve Güney’in eşit koşullarda yer almasını sağlayacak müesseseleri geliştirmek gibi bir vizyonu harekete geçirmiştir.
Bugün gelişmiş ülkeler, tarife dışı engeller, tek yanlı standardizasyon uygulamaları ile gelişmekte olan ülkeler aleyhine haksız bir korumacılık uygulamaktadırlar. Korumacılığın bu anlamda azaltılması önemlidir.
G-20, Antalya’dan sonra, Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşmasına önem vermeli ve hızla yürürlüğe sokmalıdır. Bugün, büyüme düşüşü ve bunun sonucunda ortaya çıkan yoksulluk -büyük ölçüde- dünya ticaretine konan engeller, haksız korumacılık tedbirleri ve tek yanlı Batı hakimiyeti yüzündendir. İçinde bulunduğumuz küresel krizi aşmak için, haksız ve çifte standart içeren korumacılık önlemlerinden hızla vazgeçilmelidir. Ve küresel ticaretin kolaylaştırılması için gerekli adımlar hızla atılmalıdır. İşte Antalya, gelişmekte olan ülkelerin bu vizyonun takipçisi olmasını sağlamıştır.
Bütün bunların dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cari para ve maliye politikalarını eleştiren açılış konuşmasını atlamayalım. Türkiye’de yeni hükümetin ekonomi-politikasında bu eleştiri rehber olsun...