Biz Rusya krizini tartışırken Pasifik tarafında da ilginç gelişmeler oluyor. Pasifik’e bakmadan Avrasya düğümünü çözemeyiz. Çin’in batıya ve güneye sermaye ihracıyla başlayan ilgisinin sonuçlarını çok geçmeden görmeye başlayacağız. Çok yakın bir gelecekte yuanın rezerv para statüsünde işlem görmeye başlaması bütün dengeleri yerinden oynatacak. Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) faiz artırımının bile önüne geçecek gelişme, Çin’in yuanın, sessiz ama derinden bir stratejiyle, rezerv para olması için attığı adımların sonuçlanmasıdır.
Çin-ABD...
Çin Merkez Bankası (PBOC), yuanın referans kurunu 2011’den bu yana en düşük seviyesine indirdi. Bilindiği gibi, geçen ay yuanın, IMF’nin özel hesap birimi olan Özel Çekme Hakkı (SDR) sepeti içinde değerlendirilmesi için IMF ve PBOC görüşmeleri olumlu sonuçlanmıştı.
Yuanın SDR içinde değerlendirilmesi, bir Bretton-Woods kurumu olan IMF’nin yalnız dolara dayalı Bretton-Woods sistemini bir kenara koyması demektir. Şimdi tam şu günlerde PBOC’nin yuanı küresel para piyasalarında aşırı duyarlı hale getirmeye çalışması bize bu sürecin hızlanacağını gösteriyor. Tabii IMF’nin bu konuda neredeyse Çin’e destek veren bir konumda olması da çok ayrı ve kapsamlı tartışma konusu... Bu tartışma için belki- giriş cümlesi şu olabilir; ABD de doların tek başına güçlü bir rezerv para olmasını istemiyor.
Doların tek başına güçlü rezerv para olarak devam etmesi demek, yirminci yüzyıl paradigmasının sürmesi demektir ki bu, sistem için büyük bir risk olduğu gibi, buna artık gerek de yoktur.
Zaten Obama’nın ve muhtemelen Obama’dan sonra ABD Başkanı olacak Hillary Clinton gibi bir Demokrat adayın da stratejisi bu olacak. ABD, başta Çin olmak üzere, şimdiye değin sistemin periferisinde kalmış eksen -güçlü- ülkeleri merkeze, kendi denetiminde, çekerek yeni bir paylaşımı ve bunun sonucunda oluşacak dengeyi yönetmek ve kurgulamak istiyor.
Rusya-Türkiye-AB...
İşte bu genel yönelimi hesap ederek, şu an içinde bulunduğumuz reel-politiğe bakarsak gidişatı görürüz ve buna bağlı çözümleri geliştirebiliriz.
Avrasya coğrafyası için de -Çin gibi- Rusya’nın ve İran’ın sistemin periferisinden merkeze gelmeleri gerekiyor. İran bunu gördü ve müzakerelerin olumlu sonuçlanması için gereken tavizleri verdi. Rusya ise bunu görmekle birlikte, geçiş sürecinde mümkün olduğu kadar fazla hakimiyet alanını kontrol ederek, yeni sürece adım atmak istiyor. Bunun için Suriye’yi kontrol ederek, güney enerji ve ticari geçişlerinde Türkiye’nin etkisini kırmayı amaçlıyor.
Türkiye burada atması gereken adımları hızlandırmalıdır.
Bu anlamda AB-Türkiye ilişkileri ve dolayısıyla Kıbrıs sorununun çözümü daha da aciliyet ve önem kazanıyor.
Geçen hafta yapılan Türkiye-AB zirvesinden sonra AB, ilk ciddi adımı atarak, beş stratejik başlığın açılmasının planlandığını Türkiye’ye mektupla bildirdi. Enerji, yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik, eğitim ve kültür, dış güvenlik ve savunma politikaları başlıkları 2016’nın ilk çeyreğinde gündeme gelecek. Burada açılacak başlıkların somut olarak ifade edilmesinin AB için çok önemli bir taahhüt olduğunu belirtelim. Bu durumda AB, aynı zamanda, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’ye uyguladığı blokajın aşılması için de taahhüt vermiş oluyor. Açılacak başlıkların içinde, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öteden beri ısrarla istediği enerji ve savunma başlıkları şu konjonktürde çok önemli.
Çünkü Kıbrıs çözümü ile enerji ve savunma-dış güvenlik baskıları birlikte ele alındığında, AB’nin, Almanya’dan ayrı olarak, Türkiye’nin tezlerine -ister istemez- daha da yaklaşacağını söyleyebiliriz.
Herkes için çözüm...
Bize göre, AB artık bu adımı geciktirmeden atmalıdır. Çünkü Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin blokajının kaldırılması, Rusya’nın kural tanımayan saldırganlığına da cevap olacaktır. Rusya, daha önce Ukrayna ve Kırım’da attığı ve uluslararası hukuku çiğneyen adımları ancak bu şekilde geri almaya başlayabilir.
Rusya’nın kendi sınırlarına dönmesi ve uluslararası hukuku tanıması ancak ona enerjide ciddi bir rakip çıktığı ve Rusya’nın enerji alanında alternatifi olduğu zaman mümkün olabilir. Bunun da tek yolu, Türkiye’nin Hazar kaynaklarını ve Irak-Musul bölgesi sonra da Doğu Akdeniz doğal gaz rezervlerini Güney Gaz Koridoru’na bağlamasıdır. Dün Barzani’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi bu çerçevede önemli ve olumlu olmuştur.
Bu, aynı zamanda, İsrail’in Türkiye’nin hassasiyetlerini görmesinin de yolunu açacaktır. Çünkü bu adımlar, aynı zamanda, İsrail’in üzerindeki İran tehdidini de azaltacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Çin parasının -ABD’nin de isteğiyle- temel rezerv para olması, dünya ticaretinin yeni dönemi için de gerekli bir adımdır.
Dünya ticareti bundan böyle ‘serbest ticaret bölgeleri ve anlaşmaları’ üzerinden yürüyecek ve bu, küresel bütünlüklü bir pazarın hukuki yapısını oluşturacak. Trans Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması (TTIP) ve bunu tamamlayan ABD’nin Asya ülkeleriyle geliştirdiği Trans Pasifik Anlaşması (TTP) bu çerçevedeki başlangıç adımlarıdır.
Ancak bunların hiçbiri istikrarlı ve hızlı büyüyen, başkanlık sistemiyle demokratik istikrara kavuşmuş Türkiye olmadan olmaz.