Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığı’nın finaline geldik. Bu hafta sonu Antalya’da yapılacak zirve birçok açıdan bir ilki barındırıyor. Türkiye’nin önderliği, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin kapsayıcı büyümesine odaklanıyor ve bununla ilgili birçok temel başlığı zirvenin gündemine taşıyor. Örneğin, G-20 Enerji bakanları, G-20 tarihinde ilk defa kapsayıcı enerji işbirliği konusunda anlaştı. Bu, enerji paylaşımının birkaç ülkenin tekelinden çıkması ve kaynak ve fiyat mekanizmalarının gelişmekte olan ülkeleri de hesap ederek yeniden oluşturulması anlamına geliyor.
Tabii bu başlığın bu şekliyle G-20’nin gündemine gelmesi, Türkiye’nin, yaklaşık beş yıla yaklaşan bir süre içinde Irak ve Hazar bölgesi enerji kaynaklarını yeniden bölge ülkelerinin çıkarları doğrultusunda değerlendirme iradesinin bir sonucudur.
Zirveler ve çıkarlar...
En son geçen seneki Avustralya-Brisbane zirvesi başta olmak üzere, bütün G-20 zirvelerinde büyüme konuşulmuştur. Geçen sene Brisbane’de ülkelerin büyümeleri için bir eylem planı ortaya çıktı. Bine varan reform başlığı üretildi. Sonuç ise şu oldu; önümüzdeki beş yılda, G-20 ülkelerinde ortalama yüzde 2.1 seviyesinde bir büyüme gerçekleşebilir. Yani IMF ve OECD büyüme stratejilerinin ısıtılıp, G-20 Büyüme Eylem Planı diye sunulmasının sonucu bu oldu. Esasında bunun anlamı şudur: “ABD ve AB resesyon sınırında durumu idare edecek, bundan dolayı gelişmekte olan ülkeler -yani dünyanın doğusu ve güneyi- gelişmiş ülkeler -Batı- kadar ancak büyüsün ve biz var olan dengeyi bozmayalım. Batı’nın 2008’de ortaya çıkan krizini dünyanın Doğu’su üstlensin.”
İşte şimdi tam burada karşımıza iki G-20 ve dolayısıyla iki G-20 anlayışı ortaya çıkıyor. Birincisi, gelişmekte olan ülkelere, gelişmiş ülkelere ayak uydurmasını öğütleyen ve Doğu’nun, 20. yüzyıl -Batı- paradigmasının dışına çıkmamasını sağlamaya çalışan bir G-20... İkincisi ise, 2008 krizini bir dönüm noktası ve fırsat olarak gören, Batı’nın krizini artık taşımak istemeyen ve kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir büyüme ve kalkınma yolu çizen gelişmekte olan ülkelerin G-20’si...
İşte Türkiye’nin önderliğini yaptığı Antalya G-20 zirvesi ve zirve öncesindeki yoğun hazırlık süreci, bu ikinci G-20’nin temelini atmıştır. Ama bu G-20, aynı zamanda, yeni bir dünyanın da başlangıcıdır. Mazlumların sesini daha fazla yükselteceği, kendi kaderlerine, zenginliklerine sahip çıkacakları yeni bir dünyanın başlangıcı olacaktır Antalya G-20 zirvesi...
Zaten G-20’nin oluşum sürecine baktığımızda da bunu çok açık olarak görürüz. G-20, dünyanın en büyük GSYİH’sine sahip ilk 20 ülkenin bir araya gelmesiyle oluşmadı. G-20, dünyanın hem en büyük hem de sistemik açıdan en stratejik ülkelerinin bir araya gelmesi ve kurumsallaşması sürecidir.
G-8 ülkeleri, zorunlu olarak ve ancak gelişmekte olan ülkeleri içine alan ama onların yönetildiği/yönetileceği bir platformla krizin üstesinden geleceklerini düşündüler.
Dayatmalar zinciri...
Dikkat ederseniz, 2008 Washington Zirvesi ile ABD’de başlayan G-20 zirveleri iki önemli başlıkta ısrar etmiştir; birincisi finansal düzenlemeler (regülasyonlar) ikincisi korumacılık... Yani gelişmekte olan ülkelere şu söylenmiştir; “Mali yapınızı ve para politikalarınızı Washington Uzlaşısı çerçevesinde düzenleyin sonra da emtia ve para piyasalarınızı bizim koşullarımızla bizim çıkarlarımız gereği belirleyin.” AB ve ABD korumacılığın her türlüsünü, özellikle standardizasyon uygulamalarıyla gelişmekte olan ülkelere uygularken, gümrük birliklerini ve anlaşmalarını kendi ticari akışları gereği tek yanlı düzenlerken, gelişmekte olan ülkelere bütün G-20 zirvelerinde, “Aman ha, korumacılık yapmayın” tavsiyesinde bulunulmuştur.
2008 Washington Zirvesi’ni tabii ki 2009 Londra Zirvesi takip etmiştir. Bu zirve, Washington Zirvesi’nin cilası idi. Arada bir 2009- Pittsburgh ayarı vardır ama o zirve biraz küresel toparlanmayı nasıl sağlayacağız telaşını yansıtan bir ara duraktır. 2009 Londra’da, şimdi “bizimkilerin” “makro ihtiyati tedbir” dediği para ve maliye politikaları gündeme gelmiştir. Bu zirvede, özellikle gelişmekte olan ülkelere, Finansal İstikrar Kurulu gibi kurullar kurmaları öğütlenmiştir.
Bu Finansal İstikrar Kurulları, bir sömürge uygulaması olan Para Kurulları gibi çalışan ve seçilmiş hükümetlerden bağımsız hareket eden “bağımsız” düzenleme ve denetleme kurumlarının oluşturduğu bir üst ekonomik ve finansal kurum olarak düşünülmüştür. Tam bu dönemde, gelişmekte olan ülke merkez bankaları da küresel sisteme göbekten bağlanarak “resmi” para politikası olarak artık çağ dışı bir uygulama olan enflasyon hedeflemesini benimsemiştir.
Şunu söyleyelim; bugün bütün bu kandırmacayı savunmak ve uygulamak, gelişmekte olan ülkeler için -artık- utanç sayılmalıdır.
İşte Türkiye’nin ev sahipliğini yaptığı Antalya zirvesi, kapsayıcı büyüme ana teması yeni bir başlangıç yapıyor. Bir sonraki yazıda kapsayıcıyı büyümeyi anlatacağız.