Mekke...
2015 yılının son günü; Türkiye, çok zorlu ama sonraki yılları da belirleyecek bir yılı geride bırakıyor. Haziran ve kasım seçimleri ve 1 Kasım sonucu çözücü ve yapıcı bir seçmen iradesiydi. Çözücü ve yol göstericiydi çünkü özellikle AK-Parti iktidarlarıyla ortaya çıkan ve belirleyici bir siyasi irade gösteren orta sınıf seçmen, hem ekonomide hem de siyasette kendisi için en uygun çözümü gösterdi. Ama bu çözümün yapıcı bir siyasi iradeyle taçlanıp değerlendirilmesi ise, hiç şüphesiz ki daha zorlu bir süreç... İşte 2016 ve sonrası bu sürecin belirlediği yıllar olacak.
İki yol...
Önce ekonomiden başlayalım; Türkiye’de yoksul ve orta sınıflar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ifade ettikleri ya da Cumhurbaşkanı’nın onlar için ifade ettiğine inandıkları daha adil ve en üst düzeyde bir refah ekonomisi istiyorlar.
2015 yılı bence bu ekonominin ipuçlarının ve hatta dinamiklerinin ortaya çıktığı bir yıl oldu. Şu anlaşıldı; Türkiye, 2001 krizinden sonra kendisine dayatılan, büyük ölçüde de Kemal Derviş gibi “dış” figürlerle anlatılan ama artık çağdışı olan ve dışarıya kaynak aktarmaktan ve kriz üretmekten başka bir işe yaramayan “ithal” riba ekonomisi yolundan vazgeçecek. Ama bu yalnız Türkiye için geçerli bir çıkarım değil, aynı şeyi Brezilya’dan Rusya’ya kadar tüm kriz üreten, dünyanın doğusunda ve güneyinde yer alan ülkeler için söyleyebiliriz.
Para politikası olarak yalnız finansal piyasaların istikrarını öne alan ve böyle olduğu için de finansal piyasaların istikrarını bırakın, burada durmadan borç krizi üreten, maliye politikası olarak da yalnız faiz dışı fazlayı öne çıkaran ve ülkenin hiçbir stratejik yatırımını öncelemeyen, dolaylı vergilerle gelir dağılımını daha da bozan, etkin olmayan maliye politikasını, başta Türkiye olmak üzere, tüm gelişmekte olan ülkeler bırakmalıdır. Burada o kadar çok alternatif var ki önemli olan bunların sağlıklı bir şekilde tartışılması... Ama şundan da eminim, şimdiye değin ülkesinin ve bu milletin çıkarlarına değil de “dışarısı” ne der’e oynayan çevreler ve politikacılar, yine millete rağmen çağdışı olmuş politikalarını dayatacaklar ama biz de bu ülke ile birlikte gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. İşte önümüzdeki yıl bu mücadelenin de öne çıktığı bir yıl olacak.
Türkiye-Suudi Arabistan...
Bu yazıyı Cumhurbaşkanımızla geldiğimiz Suudi Arabistan’dan, Mekke’den yazıyorum. Türkiye’nin doğusunda devam eden terör, hiç şüphesiz ki Türkiye’nin iç dinamiklerinden ziyade, Ortadoğu coğrafyası ağırlıklı olmak üzere, devam eden yeni paylaşım savaşının doğrudan ülkemize yansımasıdır. Bu açıdan bölgedeki bütün terör yapıları doğrudan bu paylaşım savaşındaki egemen güçlerin paramiliter aparatlarıdır.
Türkiye, bu süreçte başta Kuzey Irak Kürt Yönetimi olmak üzere, yakınındaki bütün ülke ve siyasi oluşumlarla refah ve barış üzerinden diyalog kurmaya çalıştı. Ama şimdi bütün bu bölgede yüz yıl önceki oyunun oynandığını görüyoruz. Ancak bir farkla Türkiye yüz yıl önceki Türkiye değil. Bugün Irak’ta Kürtlerin kendi enerji kaynaklarını değerlendirmesinin önünde kim duruyor, onların kendi gelecekleri belirlemesinin önüne kim geçiyor? Barzani yönetiminin tüm çabasına karşın bölgede DEAŞ’tan farklı olmayan politikalarla bölge halkının hakkı olan doğal kaynakları 19. ve 20. yüzyılın “tek dişi kalmış emperyalistlerine kim peşkeş çekmek istiyor? Bu çok eski bir oyundur ve bir Soğuk Savaş oyunudur; bütün Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler düşmanmış gibi yaptı ve böyle dünyayı paylaştı; aslında ikiz kardeş idiler. Yine İran ve İsrail aslında düşman değil, kanlı Ortadoğu coğrafyasının ikiz kardeşleridir. Şimdi de DEAŞ ve PKK gibi yapılar birbirinin alternatifi gibi gösteriliyor; hayır, aynı amaca hizmet eden ikiz kardeştir bunlar...
Önemli adımlar...
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretini değerlendirmek gerekir. Türkiye, bölgedeki bütün bu barış ve refah karşıtı paramiliter yapıları hangi devletlerin hangi amaçla ayakta tuttuğunu biliyor.
Bu anlamda bölgede barış, ancak ekonomiden başlayan sıkı bir işbirliğine bağlı. Buradan hareketle, Riyad’da iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulması konusunda mutabakata varıldı. Ekonomi, ticaret ve enerji başta olmak üzere ikili ilişkileri her alanda daha da güçlendirmenin öneminin altı çizildi ve bölgedeki terör örgütlerinin İslam dinini istismarına seyirci kalınamayacağı da vurgulandı.
Bu açıdan Türkiye, Suudi Arabistan’ın İslam İttifakı girişimini yerinde bir adım olarak görüyor. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin bu tür ittifaklarla kurumsallaşması çok önemli bir adımdır.
Türkiye, bölgede yapıcı ve belirleyici olmaya 2016 yılında da devam edecek; özellikle 2016 yılının ilk çeyreğinde bu konuda çok önemli gelişmeler olacağını da şimdiden söyleyelim.
Bütün bu cümlelerden olmak üzere, 2016 bir yol ayrımıdır; barış ve savaş, refah ve yoksulluk seçenekleri önümüzdedir.
İyi yıllar...