Amerikan Merkez Banka-sı’nın (Fed) faiz artırımı ile Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönemin başlangıcı sayılacak Ekonomik ve Parasal Politikalar Faslı’nın açılması aynı döneme denk geliyor. Çok farklı süreçleri içeren bu iki gelişmenin böyle çakışması bize Türkiye ekonomisiyle ilgili temel başlıkları ve önümüzdeki süreci tartışma fırsatı da veriyor.
Fed’in 2016’ya faiz artırımıyla girmesi önemli bir gelişme ancak hiç de yeni bir dönemin başlangıcı değil. Öncelikle Fed, bu ay beklendiği gibi, faiz artırırsa bunu böyle bir beklenti oluştuğu ve buna bağlı olarak, bu alandaki belirsizliği kaldırmak için yapacak. Yoksa ABD ekonomisinde, 2008 krizini aşacak dinamiklerin henüz oluşmadığını Yellen ve ekibi herkesten daha iyi biliyor.
Fed’in faiz artırımıyla birlikte yeni bir stratejiye geçmesi beklenmemelidir. Yani Amerika, 1995’te Clinton ve Greenspan ikilisinin yaptığı gibi, gereksiz değerli dolar ve yüksek faize dayanan bir ekonomi-politikasına yeniden dönmeyecek. Zaten bunun maddi şartları da ortadan kalkmıştır. Dolar ne kadar değerli olursa olsun, Çin ve gelişmekte olan Asya’nın dolar ve ABD kâğıdı talebi eskisi gibi olmayacaktır. Dolayısıyla, ABD’nin dış ticaret-bütçe ve yatırım tasarruf açıklarını finanse etmek gibi bir sorunu vardır ve bu, artık ekonomik bir sorundur. Bu birincisi; ikincisi ise 2008’de ABD’de başlayan ve halen süren kriz, bir finansal kriz değildir. 1929 krizinden daha derin ve uzun sürecek bir iktisadi ve siyasi krizdir. Bu kriz, kaynakların, servetin yeniden paylaşımı olmadan ve krizi oluşturan “eski” sektörler yerlerini yenilerine bırakmadan son bulmayacaktır.
Ocak 2012’de Başkan Obama, Cumhuriyetçilerin hakimiyetindeki Temsilciler Meclisi’nde krizin nedenini ve çözümünü anlatmıştı. O konuşmada; “Ya az sayıda insanın iyi ve çok sayıda insanın zor geçindiği bir ülkeye razı oluruz ya da ekonomimizi herkesin adil bir pay aldığı, herkes için aynı kuralların geçerli olduğu bir yapıya kavuştururuz” dedi. Obama’nın 2012’deki bu sözlerini, başta Ferguson olmak üzere, ABD’nin birçok kentinde çıkan ve işsiz siyahi gençlerin “isyanı” da doğruluyordu zaten.
Krizin nedeni
Demek ki krizin gerçek nedeni, Thomas Piketty’in 21. Yüzyılda Kapital kitabında ortaya koyduğu gibi, r>g formülüydü. (Yani r= kâr, kâr payı, faiz, kira ve diğer sermaye gelirlerini içeren sermayenin yıllık ortalama getirisi, gelir ve üretimdeki yıllık artışı ifade eden ve ekonomideki büyüme hızını gösteren g, r katsayısının altında kalıyor.) Bu çarpıklık krizin temel nedeniydi ve bu tersine dönmeden kriz çözülmeyecekti. ABD’de ve diğer gelişmiş ülkelerde gerçek anlamda bir büyüme ve sürdürülebilir ekonomi döngüsüne geçilememesinin nedeni buydu.
Fed’in bilanço büyüterek çare araması nasıl sonuçsuz bir çabaysa faiz artırımına giderek yeni bir denge oluşturması da beyhude bir hamledir. Ama ısrarla neden, koşullar uygun olmadığı ve temel hedeflere varılmadığı halde, biz faiz artırımı üzerinden senaryo tartışıyoruz? Çünkü Fed’in faiz artırmasının gelişmekte olan ülkelerde tıpkı doksanlı yıllarda olduğu gibi, finansal krizlere yol açacağı varsayılıyor. Bu, hiç şüphesiz, bir taşla birkaç kuş vurma operasyonu. Birinci kuş tabii ki işte Brezilya, Türkiye gibi ülkelerin ‘Washington Uzlaşısı” çerçevesinden çıkmamasını sağlamak.
Merkez bankalarının enflasyon hedefi için faiz artırması ve ekonomilerinde yatırım, sanayi öncelikli bir yoldan ziyade, küresel finans oligarşisine bağlı yolu takip etmelerinin sağlanması. İkinci kuş, ABD’nin, kısa dönemde, dolar talebini yukarı çekerek, kendisini finanse etmesinin devamı. Çünkü düşen Asya ve Çin büyümesi bu ülkelerin dolar ve ABD kâğıdı talebini de düşürüyor. Üçüncü kuş da ABD içindeki geleneksel savaşa dayalı demir-çelik, petrokimya gibi sektörlerde düşen kâr oranlarını telafi etmek ve bu sektörlerin yaşam sürelerini uzatmak.
Gelişmekte olan ülkeler
Yani bu ay Fed, faiz artırsa bile, bu yeni bir durum ya da yeni bir normal değildir.
Başta Fed olmak üzere, hem küresel ekonomide hem de küresel finans sisteminin en tepesinde eski ile yeninin mücadelesi sürecek ve bu bize kriz olarak yansıyacak. Ama öte yandan, dünyanın eski yoksul şimdi ise gelişmekte olan ülkeleri ile gelişmiş ülkeleri arasındaki mücadele de sürecek.
İşte bu anlamda Türkiye, dün açılan ve AB ilişkilerinde bir dönüm noktası olacak olan, 17. Faslı iyi kullanmalıdır. Türkiye için fasıl, AB ile gerçek anlamıyla bir müzakere başlığı ve yeni bir büyüme tartışması fırsatıdır. Türkiye, Maastricht Kriterleri’ni tutturan ve Merkez Bankası’nın gerçek anlamıyla araç bağımsızlığını sağlamış bir ülke olarak, dolar ve euroya dayanan para sistemini ve buna bağlı parasal-mali politikaları, bu vesileyle, sorgulamalıdır.
Fed’in, faiz artırımı, gelişmekte olan ülkeleri eskisi gibi rahatsız etmez. Aksine, sürekli değerli dolar, ABD’yi küresel rekabette geriye iterek, Asya ve Avrupa’yı öne çıkarır. İkincisi de ülkeler kendi aralarındaki ticarette, değerli ama karşılıksız dolar kullanmaktan vazgeçerek kendi paralarının geçerli olacağı birliklerini ortaya çıkarabilir. Bu, yeni bir para ve ticaret sisteminin nüvesidir. Şu unutulmamalıdır; bu kriz, aynı zamanda, 20. yüzyılda kalmış ekonomi politikaları krizidir de...