Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

40'lı yaşların en güzel yanı nedir diye sorarsanız, hayata başka bir pencereden bakıyor olabilmek üstelik bundan haz alabilmek derim!

Gerçekten de önceki, yıllarda fark etmediğim birçok şey şu sıralar önüme geldikçe, başka açılardan da bakabildiğimi ya da şöyle diyeyim- bunu başarabildiğimi- görmek mutlu ediyor beni!

Önceden kızdığım bir şeyin altında yatan sebebi araştırmak, güneşin doğuşundan- batışından heyecanlanmak, yıllar önce izlediğim bir filmden, okuduğum kitaptan haz almak, büyüdüğümü- tamam tamam yaşlandığımı- hissettiriyor. Bundan da mutluyum yani! Ama yaşlanmaktan değil tabi :)

Haberin Devamı

“Nereden çıktı şimdi bu mevzu, neden geldin bu kafalara?” derseniz, oğlumun ödevinden geldi! Okulda dönem ödevi olarak ünlü yazar Tolstoy’un klasikler arasında en üst sıralarda olan eseri ‘Anna Karenina’ kitabının okunması ve tahlil edilerek yorumlanması verilmiş, ben de vefakar ve cefakar bir Türk anası olarak durumu kendime vazife edinmiştim. “Canım sana ne! Çocuğun ödevi bu, sen niye karışıyorsun bu işe?” dediğinizi duydum bile! Yalnız hiç öyle demeyin, çocuğunuz o kalın kitabı görüp de; ‘Anne, bu kitabın filmi var mı? Çok kalın! Sonuna geldiğimde başını unuturum kitabın!” deyince hafiften bir panik oluyorsun işte!

Ama öyle ama böyle, iş başa düştü bir kere! Ben de oturdum yıllar önce okuduğum kitabı, yeniden okudum onunla birlikte!

Oğlumun edebiyat hocası! Belki bana da bir 100 verirsiniz, yıldızlı olanından hem de!  :)

Lev Tolstoy!

Dünya edebiyat tarihinin tartışmasız en önemli yazarlarından birisi! Zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. 2 yaşında annesini, 9 yaşında babasını kaybedince yalnız bir çocukluğun izleri, tüm romanlarında görülüyor. Gerçekçi kurgunun en usta yazarlarından biri olduğu için, romanlarında okuyucuların kendinden bir şey bulmaları mümkün oluyor. Belki de ondan bu kadar ünlü oldu, hissettiklerimizi başkasının kaleminden okumanın keyfine vardırdığı için!

Üniversiteyi yarım bırakan, orduya katılan, köylüler arasında yaşayan ve halkın içinde infazı yapılan bir idamı izlemek zorunda kaldığı için bunun travmasını hep taşıyan Tolstoy, Hıristiyan Anarşizmi ile de özdeşleşmiş. Yani insanoğlunun tek bağlılığının Tanrı olması gerektiğini savunarak devleti zararlı addetmiş, onu ve kurumlarını reddetmiş. Yalnız siz biliyor musunuz bilmem ama Tolstoy’un ‘Hz. Muhammed’ isimli bir risalesi varmış, bu kitapçık ile Rus okurlarını Hz. Muhammed'in hadisleriyle tanıştırmış. Verilene körü körüne inanmamış Tolstoy, okumuş araştırmış. Hıristiyan Anarşizmini savunurken Müslümanlığa merak salmış, incelemiş üstüne de kitap yazmış.

Haberin Devamı

Aaa bir dakika! Şunu da söylemeden edemeyeceğim; sadece edebiyata, dine, psikolojiye değil felsefeye de damga vurmuş adam! Kendisine hediye edilen bisikleti kar beyazı sakalıyla 67 yaşında sürmeyi öğrenmiş ve 67 yaşında olmasına rağmen bisiklet binmeyi öğrenmesinden dolayı; “Tolstoy'un bisikleti” denilen bir kavram çıkmış ortaya! “Vazgeçmek için ürettiğimiz bahanelerin arkasına gizlenmemeliyiz- Hiçbir şey için geç değil” anlamına gelen bu motto, bilim dünyasına “Tolstoy’un bisikleti’ başlığıyla girmiş!

Haberin Devamı

Bir sonbahar günü doğan ve 114 yıl önce bu hafta- 20 Kasımda- yine bir sonbahar günü kaybettiğimiz Lev Tolstoy, edebiyatın usta ismi, psikolojinin görünmeyen kahramanı, felsefenin gizli düşünürü olabilir ama bence bu söylediğiyle en çok da matematiğin sosyal dâhisi!

“Hayat bizi resmen dört işlemle sınar; gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der!”

Huzurla uyu büyük usta!

………………………………*……………………………….. 

Anna Karenina Öldü! 

Eeee hani ödev diyorduk, ‘Anna Karenina’ diyorduk ne oldu?

Konu ne ara başka yerlere gitti, hüzünlü güzel Anna Karanina’, elimizden pardon kalemimizden bir anda kayıp gitti?

Mevzu Tolstoy olunca, derinliği içinde boğulmamak mümkün değil tabi! Ama Anna ablamızı da konuşmadan geçecek değiliz hani! O kadar okumuşum kaç kere, ödev yapmışım, anlatmadan geçmeyeceğim yani!

Anna Karenina! Tolstoy’un en büyük eseri!

İlla muhalefet olacak bir kesim var ya, ‘En büyük eseri Savaş ve Barış’ diyeceklerdir illa, o yüzden tamam düzeltiyorum; Bence en büyük eseri Anna Karenina!

Öyle kolay bir kitap değil tabi, kan- ter- intikam- gözyaşı var içinde! Şimdi yazmış olsa bu eserden 18 yıl sürecek Arka Sokaklar benzeri bir dizi çıkardı yeminle! 100 yıl yaşayan bir papağanlar bir kaplumbağalar bir de Arka Sokaklar dizisi var, gerisi bizler gibi ölümlü işte!

Kitabın konusu, Kont Vronsky'ye aşık olan ve kocası Aleksey Karenin'i aldatan Anna Karenina'nın hikayesi olsa da yan hikayeler çok güzel işlenmiş bence, karakter tahlilleri çok gerçekçi! ‘Ben olsaydım yerinde, ne yapardım acaba?’ diye sorgularken buldum hep kendimi!

19.yüzyıl Rusya’sında, soylu bir aileden gelen Anna’nın, eşini bırakıp cemiyet hayatını karşısına alması üzerine yazılan bu kitapta Anna’nın derin bir karakter dönüşümüyle bambaşka biri hâline gelmesi, o değiştikçe diğer karakterlerin de değişmesi, değişik ruh hallerine sokuyor okuyucuyu!

Tamamen de kurgusal bir roman olmadığı söyleniyor bu romanın! Tolstoy’un etkilendiği kadınların izleri var deniyor. Kesinlikle katılıyorum aksi takdirde bu kadar gerçekçi olamazdı bence!

Anna Karenina’nın bu kadar değerli bir eser, bir başyapıt olmasının en önemli sebebi, yazarının eserine duyduğu tutku bence! Onu sahiplenmesi, onunla bütünleşmesi, yaratırken onu içinde özümsemesi! Tolstoy Anna Karenina’yı yazarken saatlerce odasına kapanır, hizmetçisine zorunlu bir neden olmadıkça kendisini rahatsız etmemesini söylermiş. Hizmetçisi de Tolstoy'un yemeğini kapıya bıraktıktan sonra kapıya bir defa vurur ve gidermiş. Günler bu şekilde geçip giderken bir gün hizmetçi aradan birkaç gün geçtiği halde yemeğin içeriye alınmadığını haliyle de yenmediğini görmüş. Kapıya vurmuş, seslenmiş ama içeriden en ufak bir ses dahi gelmemiş. Telaşlanan hizmetçi komşulara, yakın arkadaşlara haber vererek hemen gelip yardım etmelerini isteyince gerçek ortaya çıkmış; eve gelenler odanın kapısını açınca Tolstoy’u cenin pozisyonunda yerde yatarak ağladığını görmüşler. Donmuş halde büyük bir şaşkınlık yaşarlarken yazara neden böyle ağladığını sorduklarında Tolstoy’un ağzından şu sözler dökülmüş;

"Anna Karenina öldü!” 

………………………………..*………………………………………. 

İyi ki Doğdun Minik Fare

Havadan mı, ekonominin nahoş durumundan mı ya da her gün ayrı bir karanlık habere uyandığımız sabahlardan mı bilmem, bir umutsuzluk hali var herkeste! Kiminle konuşsam keyfi yok, kime sorsam beklentisi yok. Hadi belli yaştakiler için tamam da gençlerin bu modda olması çok üzücü! Deli kan adı üstünde, deli deli akmalı bu yaşlarda, ümit dolaşmalı damarlarında, hayaller dolaşmalı dimağlarında!

Yok azizim yok! Ne enerji var yeni nesilde bu ara ne hırs ne azim! Kısa yoldan para kazanma telaşında hepsi, tez elden voleyi vurma telaşında içleri! Henüz terbiye olamamış nefisleriyle ‘emeksiz yemek’ istedikleri! Bunları düşünürken dünyanın en tatlı yaratığının doğum gününü kutlamak üzereydim içimden. Sonra niye içimden olsun dedim, paylaşayım sevgili okuyucularımla, hayat paylaşınca güzel, değil mi ama!

Efendiiiiim, yıl 1928! 26 yaşındaki sanatçı bir delikanlı, çalıştığı Kansas City Star gazetesinden hayal gücü ve yaratıcılık eksikliği nedeniyle kovuluyor. Hayalleri yıkılıyor, morali bozuluyor ve her şeyi bırakıp Kansas’daki evine dönmek üzere New York’tan trene biniyor. O trende hayatını ve gelecekte milyonlarca çocuğun hayatını değiştirecek bir şey oluyor. Yolculuk sırasında sıkıntıdan not defterine bir fare çiziyor, çizimini beğeniyor ve bu fare karakterini yeni bir teknik olan animasyon filmde kullanmaya karar veriyor. O zamana kadar çizgi filmler sessiz çekiliyor ancak bu genç, çizdiği fareyi tarihin ilk sesli animasyon karakteri haline getirmeyi hayal ediyor. Tabi hayaller tek başına yeterli değil, bunu yapabilmesi için 15.000-Dolar (bugünün parasıyla yaklaşık 1.000.000 dolar) gerekiyor. Bankaya kredi başvurusu yapıyor, reddediliyor. Hayaline sahip çıkarak bankadan bankaya başvurmaya devam ediyor. 10’larca banka tarafından reddedildikten sonra nihayet bir banka kabul ediyor ve parayı veriyor. Bu parayla filmi çekiyor çekmesine de sonrasında bu filmi, dönemin en büyük yapım şirketi olan Goldwyn Mayer’e götürdüğünde film, dev bir farenin kadınları korkutacağı ve kimsenin izlemek istemeyeceği gerekçesiyle kabul edilmiyor. Delikanlı pes etmiyor ve nihayet başarıyor. Bu ısrarcı genç, Walter Elias Disney! Trende çizdiği fare de, başlangıçta Mortimer olarak adlandırdığı Mickey Mouse!

Walt Disney, hayatı boyunca 81’den fazla film yapmış ve en sevilen animasyon karakterlerinden birçoğunu yaratmış. 950’den fazla ödül almış, 22 Oscar ve 4 onursal Oscar kazanmış. Başarısızlıklarından bahsederken; “Karşılaştığım tüm zorluklar, problemler ve engeller beni daha güçlü yaptı” demiş.  Bütün başarı hikayelerinin ardında bir hatta bin başarısızlık hikayesi olması tesadüf mü acaba?

Elbette değil! Gördüğüm şu ki iyi olan değil pes etmeyen kazanıyor hayatta! Koca bir imparatorluk, dev bir servet, bir fareyle başlamış işte baksanıza! “Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün rüyaların gerçek olabilir!”  diye boşuna dememiş Disney usta!

O halde sönsün ışıklar, gelsin pasta;

“İyi-ki doğ-duuuuuunnnn Mickey Mouse!

………………………….*………………………. 

HAFTANIN EN'LERİ 

Haftanın Kaybı: Hepimizin yüreğini acıttı! "Son Sümer Kraliçesi" olarak bildiğimiz, 110 yıllık yaşamını tarihe adayan, Sümerlileri Türkiye'ye öğreten sevgili Muazzez İlmiye Çığ, yaşama veda etti! Henüz doğmadan babası “Kızıma Fransızca ve keman dersi aldıracağım” demiş, ilim sahibi’ olsun diye “İlmiye” koymuş kızının adını! 110 yıl önceki bakış açısına, bir babanın kızına biçtiği kaftana bakar mısınız? Hani diyoruz ya yaşadıklarımıza bakıp da  “100 yıl gerideyiz” diye, anlaşılan  200 yıl gerideymişiz görüldüğü üzere! Ömrünü insanlık tarihinin en eski izlerini aydınlatmaya adamış bu değerli bilim insanına Allah’tan rahmet diliyorum! 

Haftanın Davası: Dinmeyecek bir öfkenin, kan donduran bir pisliğin davası! İstanbul'da bebekleri anlaşmalı oldukları hastanelere sevk ederek haksız kazanç sağlayan ve ihmalleriyle ölmelerine sebep olan yenidoğan çetesine yönelik davada, 22'si tutuklu 47 sanık yargılanıyor! 19 özel hastane de iddianamede yer alıyor ve sanıklar hakkında toplam 17 bin yıl hapis cezası isteniyor!

Ne istediniz minicik bebeklerden ya, hiç mi vicdanınız sızlamıyor!

Yine söylüyorum yine söylüyorum, idam cezası gelmedikçe bu vahşetin durması zor! 

Haftanın Yasağı: Havai fişeklere geldi! İstanbul Valiliği, havai fişek atılmasına sadece 20.00-22.00 saatleri arasında izin verildiğini, buna uymayanlara 232 bin 264 lira cezai işlem uygulanacağını belirtti! Valla bence yerinde bir karar, gece 12’de fişekleri patlatıyorlar, uykumuzdan sıçratıyorlar! Kuşlara verdiği zarar da cabası! Olabiliyorsa bence tamamen kaldırsınlar! 

Haftanın Meselesi: Son zamanların en popüler meselelerinden biri olan “Babalık” meselesi!

Yıllar önce tek gecelik bir ilişki neticesinde doğan ve ünlü oyuncu Metin Akpınar’ın kızı olduğunu DNA testiyle de ispatlayıp açtığı babalık davasını kazanan Duygu Nebioğlu, “Ablamın babası da ünlü bir gazeteci” iddiasında bulunmuş, bu gazetecinin de ünlü gazeteci Uğur Dündar olduğu ortaya çıkmıştı. Nebioğlu’nun ablası Dilara G. tarafından Dündar’a karşı açılan davada, mahkeme tarafından istenen DNA raporunda Uğur Dündar’ın Dilara G. adlı şahıs için biyolojik babalığı reddedildiği açıklandı. Yalnız bu kızların anneleri Suphiye Oran da enteresan bir kadınmış, ünlü ünlü dolaşıp çocuk yapmış, çocukları yetiştirme yurduna bırakmış, şimdi de babanı şu olabilir- bu olabilir diye ortalığı karıştırmış! Allah yardımcısı olsun, akıl fikir ihsan eylesin ne diyeyim!