Gündüz Vassaf bir yazısında halk masallarındaki efsanevi kişiliklerle, tarihi kahramanları karşılaştırmıştı:
Masallardaki insanidir, güler yüzlüdür, sıcaktır. Sıradan çevrelerde, gündelik işler yaparken kralları dize getirir. Zaafları vardır. Aslında bunlara “zaaf” demek bile, kahramana insan üstü bir kimlik verdiğimizin göstergesidir. Masal kahramanının, insani özelliklerine “zaaf” demeyiz. Öylesine bizdendir. Nihayetinde öyküsünü dinleyenlere, “O yapabiliyorsa, ben de yapabilirim” özgüveni verir.
Resmi tarih ise kahramana koşulsuz saygı bekler. İnsani özelliklerini gizler. Onu hissiz, soğuk bir puta dönüştürür. “O, bizim gibi değildir. Ağlamaz. Gülmez. Onun gibisi bir daha gelmez” der. Siz de her zora düştüğünüzde onu örnek alıp mücadele edeceğinize, çaresizlik içinde kabrine gider dirilip dönmesi için dua edersiniz.
Bu, kahramanı ebediyen yaşatmak değil, bir kez daha öldürmek demektir. Çünkü gerçek kahramanlar, topluma özgüven verir, kendileri gibi kahramanlara yol açarlar.
* * *
Salih Bozok’tan bir anı aktarayım.
Cumhuriyet’in 12. yıldönümü kutlanacak. Kutlamalar için pankartlar hazırlanmış. Atatürk’ün onayına sunuyorlar.
Birinde “Atatürk bu milletin en yücesidir” yazıyor.
Diğerinde “Türk milleti, asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkarabildi.”
Her bir pankart, Atatürk’ü, daha yüceltme yarışında...
Atatürk hepsini birer birer inceliyor. Sonunda hepsinin üzerini çizip şunu yazıyor:
“Atatürk bizden biridir.”
* * *
“Zoraki Kral”ı bunları düşünerek izledim.
Kral’ın kekemelik derdiyle baş etme çabasına hayran kaldım.
Filmin onun “Kahraman Kral” kimliğinin ötesine geçmesine, onu, bizim gibi sorunları olan, onlarla boğuşan, kimi zaman yılgınlığa düşen, kızan, ana avrat küfreden, ağlayan, ama sonunda derdinin üstesinden gelen bir “masal efsanesi” gibi resmetmesine bayıldım.
“İkinci Dünya Savaşı’nda faşistlere kafa tutan bir kahraman”dı benim için; ona sadece minnet duyabilirdik.
Ama “zaaf”larına karşı verdiği savaş, kendisine kafa tutması, onu gözümde daha büyüttü; hayranlık da duyabildim.
Kralı sevdim.
Kraliçe’nin çocuk gibi, “Vay siz benim babamı nasıl yerlerde takla atarken, küfredip ağlarken gösterirsiniz. Filme gitmeyin, çocuklarınızı götürmeyin. Hakaret davası açacağım” deme yerine “Filmi beğendim. Dokunaklı buldum. Babamı çok iyi anlatıyor” açıklaması yapmasından da etkilendim.
Çocuklar gibi, toplumlar da zor büyüyor.
Ve çocuklar gibi, toplumlar da babalarını kaybettikten sonra, ona muhtaç olmadan ve ona yaraşır biçimde ayakta kalabildikleri ölçüde büyüyorlar.
* * *
Bir kahraman, “Onun gibisi gelmez” diyenlerin dövünmesiyle değil, “Hepimiz onun gibi olabiliriz” diyenlerin övünmesiyle ölümsüzleşir.
Kahramanı, sevimsiz heykeller değil, kendisinden ilham alan nesiller yaşatır.
O, okullardaki büstlerde değil, kendisini güncelleyen mücadelelerde yenilenir, hayatiyet kazanır.
O zaman da, “Yoksuldu, babasız büyüdü, içmeyi severdi, yalnızdı” sözleri, zaaf diye algılanmaz; tersine “Buna rağmen başardı” teşhisiyle tamamlanır; yoksul, öksüz, yalnız kitlelerde “Demek ben de başarabilirim” özgüveni yaratır.