Yeni dul kalmış bir yaşlı kadın, hastanede hayat yoldaşının başucunda geçirdiği günleri anlattı geçenlerde...
Ölümü bekleyen kanser hastaları koğuşu...
Umut kesilmiş vakalar için bir nevi bekleme odası...
Ecele hazırlık kapısı...
Sırat köprüsü...
Orada hep sakin ve anlayışlıymış doktorlar...
İlk muayeneden sonra “Hastanızın durumunu biliyorsunuz değil mi” diye söze girerlermiş hep...
Ümidi kapıdan sokmazlarmış.
Hasta yakınları da durumu bilir, ancak kadim bir yolcuyu dönüşü olmayan bir yolculuğa uğurlamaya gelmiş gibi elde mendil, sessizce beklerlermiş.
* * *
Lost’un finalinde Ada’nın aslında “Araf” olduğunun anlaşılması, çoklarında hayal kırıklığı yarattı.
Oysa “alternatif bir hayata açılan ada” fikri, insana hastanede soğuk bir “veda odası”ndan daha iyi geliyor.
Hayalin gerçeğe bulaştığı, “akıbet”in yeşillikler içinde yaklaştığı, iki dünyanın kucaklaştığı bir “yarımada”, eşsiz bir jübile mekânı olmaz mıydı?
“Göç”, böyle daha alımlı değil mi?
* * *
Hayko Cepkin, “çok karanlık” diye eleştirilen son albümü “Sandık”ta aslında gayet iyimser bir yerden bakıyor ölüme...
Öyle “geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük bir kapıdan” söz etmiyor.
Tersine, -kendi deyimiyle- “ömür boyu başımıza gelmeyeceğini düşünemeyeceğimiz yegâne şey”i, bir huzur durağıymış gibi tevekkülle anlatıyor.
“Sandık” dediği bir tabut...
İstiyor ki; “Sandık açılsın, dinlensin artık bu yürek...”
Diyor ki:
“Ben değil aslında/ Benden ayrı bir ben yanar/
Sandığım hazır olsun/ Elbet içi dolar...”
* * *
“Vefat”, bu denli korkunç hale getirilmeden önce, hayatla iç içeydi.
“Ecel”, birkaç katmanlı olduğuna iman ettiğimiz uzun seyahatin mola anı idi.
Mezarlıklar, şehir içindeydi.
Doğumevi... Nikâh salonu... Gusülhane...
“Hayat”, mahalledeki binalarda özetlenirdi.
Modern insan ahiretten ümidi kestikçe, uzun yaşama hırsına düştükçe “emrihak” fikri, “motivasyon kaybı” sayıldı.
“Ölüm” her canlının “tadacağı” bir kader değil, günlük telaş içinde unutacağı bir keder halini aldı.
Mezarlıklardan kemikler süpürülüp şehir dışına taşındı.
Cenaze namazları, mesai arasına sıkıştırıldı.
“Ölüm”, göz önünden uzaklaştırıldı.
* * *
“Sandıktaki son çivi”yi, dün Yüksel Altuğ’da okudum.
Aşk-ı Memnu’nun sonunda Bihter’e ne olacağı sır gibi saklanıyordu ya...
Birileri akıl edip romanın sonuna bakmış olmalı ki, Bihter’in finalde tabancayla canına kıyacağı öğrenilmiş.
Ölmeden sanal âlemde Bihter için “cemaat” toplamaya başlamışlar.
Bihter’in cenazesine katılacağını ilan edenlerin sayısı şimdiden 50 bine yaklaşmış.
Yüksel, esprili diliyle son bölüme helvacıların sponsor olmasını öneriyordu.
Çağın en büyük “cemaat”i sayılan İnternette, sevdiklerimizle vedalaşmak bir “tık” mesafesinde artık...
“Facebook” ise Araf’ın taziye defteri...
* * *
Sahi, bizim hayata nasıl bir final çekiyorlar acaba?..
Benim senaryom şu:
Meğer burası cehennemmiş.
Ölümden sonra bir şans daha verilecekmiş.