“Milliyet, bir gazeteden ötesidir” diyor Ayça Atikoğlu, gazetenin 60. Yıl kitabı için yazdığı önsözde...
60 yılın her sayfasında, ülkenin tarihine dair bir tanıklık kazılıdır.
Milliyet, Türkiye’nin aynasıdır.
* * *
Türkiye, son 10 yıla kadar sık hükümet değiştiren bir ülkeydi. Geçen 60 küsur yılda Milliyet’i sırtlayan yayın yönetmenlerine bakınca, Türkiye’nin birçok huyu gibi, istikrarsızlığının da, gazeteye aynen yansıdığını görüyoruz.
Ne kadar da sık kaptan değiştirmiş Milliyet...
Abdi İpekçi’nin 25 yıllık efsanevi yöneticiliğinden sonraki 25 yılda 11 yönetim değişmiş.
Doğan Heper dışında hiçbir yayın yönetmeni, o koltukta 5 yılı aşamamış:
Turhan Aytul: 3 yıl
Mehmet Ali Birand-Orhan Duru: 8 ay
Tarhan Erdem: 1,5 yıl
Çetin Emeç: 1,5 yıl
Doğan Heper: 10 yıl
Umur Talu: 2 yıl
Ufuk Güldemir: 1,5 yıl
Derya Sazak: 3 yıl
Yalçın Doğan: 2 yıl
Mehmet Yılmaz: 4,5 yıl
Sedat Ergin: 4,5 yıl
Tayfun Devecioğlu: 3 yıl.
* * *
Bir gazete içinden bu kadar çok ve sık yönetici çıkmasını dinamizm de sayabilirsiniz, zaaf da...
Önemli olan, bunca el değişiminde her yayın yönetmeninin kendi rengini gazeteye yansıtmasına rağmen, Milliyet’in, kendisini vareden ilkelerden ve temel karakterinden kopmadan, bugüne gelebilmiş olmasıdır.
Yayın yönetmenlerinin misyonu, o ilkelerle gazeteyi daha ileri taşımak, daha çok okutmak, daha iyi haber ve yorumla okurunu aydınlatmaktır.
Medya, iktidarların hışmını çekip hedef haline geldiğinden beri, bu sorumluluklara bir yenisi eklendi:
Yukarıdan gelen baskılara karşı bir dalgakıran oluşturmak; o dalgayı muhabire, yazara, habere, okura yansıtmamak...
Hakkını teslim edelim:
Tayfun Devecioğlu, en zorlu dönemde, bu misyona, gösterişsiz bir sadakatle sahip çıktı. “Çapraz ateş”te maruz kaldığı basıncı mümkün olduğunca göğüsleyerek yazarına, okuruna hissettirmemeye çalıştı.
Birçok gazetenin ilerde arşivine bakıp utanacağı bir zamanda, hem de gazetenin el değiştirdiği fırtınada gemiyi yüzdürürken, yüzümüzü yere düşürmeden “Milliyet’teyim” diyebileceğimiz bir gazete çıkardı.
Alkışlarla uğurlanması ondandır.
* * *
Bayrağı ondan devralan Derya Sazak’la aynı maziden, benzer hassasiyetlerden geliyoruz.
Ankara’da basın yayın okuduk. Aynı dönem Meclis’te haber peşinde koşturduk. Londra’da birlikte 6 ay staj yaptık. Medyadan dışlandığımızda üniversiteye sığındık.
Derya’nın ilk yayın yönetmenliği, 28 Şubat devrindedir. Bazı gazetecilerin mazisine kara leke olarak yazılan o dönem, Derya için kıvanç vesilesidir. Askerin baskısına direnmiş, “kelle vermemiş”tir.
Şimdi, yine “kelle avcılığı”nın yaygınlaştığı, hakkıyla gazetecilik yapmanın zorlaştığı, basıncın yoğunlaştığı bir iklimde kaptan köşküne oturuyor Derya...
Hakkıdır.
Ve eminim hakkıyla yapacaktır.
Milliyet, güçlülere karşı haklıların yanında durdukça saygınlık, doğruları yazdıkça okur kazanacak ve dilerim bundan böyle yazı işlerinde tam bağımsızlığa ve yönetimde de istikrara kavuşacaktır.
Teşekkürler Tayfun!
Hayırlı olsun Derya!