Kırmızı halılar serilmiş şık sokaklar... Işık giydirilmiş dev yılbaşı ağaçları...
Sokağın ufkunda samanyolu gibi parıldayan avizeler...
Süslü çamlar üzerinde vaatkâr hediye paketleri...
Yol boyu dans gösterileri... Özel tasarım yılbaşı mankenleri...
“Brasserie”lerden, “bistro-bar”lardan yükselen kahkaha sesleri...
Rengârenk vitrinler, elinde paketlerle vitrinlerin önüsıra gezinen havalı hanımlar, beyler...
Onları içeri buyur eden eli çıngıraklı noel babalar...
Alışverişten, gösterişten, eğlenceden yorgun Nişantaşı...
* * *
Semtin ışıltısı öyle cazip ki, şehrin uzak, karanlık köşelerinden ışığa koşan kelebekler gibi toplanıp geliyor yerli turistler...
Geçen hafta onlardan birkaç genç kız, süslenip püslenip koşuşmuşlar Nişantaşı’na...
Ama semtin en gözalıcı caddesinin, Abdi İpekçi’nin yerini bilmiyorlarmış.
Yolda gördükleri ilk kadına sormuşlar:
“-Abdi İpekçi Caddesi ne tarafta acaba?”
Evinin etrafındaki tantanadan yılgın, etrafa bakmadan yürümeye çalışan kadın, dönüp gülümsemiş; caddeyi tarif etmiş.
Hatta kızlar “Nerelere gidebiliriz” diye sorunca çevredeki birkaç resim galerisinin yerini göstermiş.
Kızlar sormamışlar; ama yolu tarif eden kadının adı Nükhet İpekçi imiş...
Aradıkları sokağa adını veren adamın kızı yani...
Ne hissetmiştir dersiniz?
* * *
Ülkemizin en aydınlık caddesinin, ülkemizin en karanlık cinayetine kurban giden bir gazetecinin adını taşımasındaki tuhaflık düşündürmüyor bizi...
“Aydınlanmayı” bol ampul yakmaktan ibaret görüyoruz.
Belki de asıl karanlığı örtüyoruz onca ışık yakarak...
Hoş, diyeceksiniz ki; “öyle bakarsak pek az caddeyi aydınlatabiliriz.”
Haklısınız. Ben de aydınlatılmasın demiyorum zaten; hatta mutlu oluyorum bu ışık şöleninden; ama elimiz değmişken caddelerin aydınlatılmasına gösterdiğimiz gayreti, biraz da caddeye adını verdiklerimizin cinayetlerinin aydınlatılmasına göstersek olmaz mı?
Biri diğerine engel değil ki?
* * *
Bu arada iki şehri de bilen biri olarak bu yılbaşında İstanbul’u bir Batı başkenti gibi parıldatan ışık şenliğinin tersine, Ankara’nın kesif bir karanlığa gömüldüğünü de belirteyim.
Bu, “Belediye çam süsleyip ağaç ışıklandıran esnafı cezalandırıyor” söylentisinden mi kaynaklandı, esnafın kendi korkaklığı mı bilmiyorum; ama bunca yıldır Ankara’yı hiçbir yılbaşı bu kadar ışıksız görmedim.
Eski başkent parıldarken yenisinde gözden düşmüş şehirlere özgü bir taşra loşluğu var.
Sanki 80 yıllık bir meşale el değiştiriyor gibi...
Bu, son 10 yılda hızlanan bir gözden düşmenin, sönükleşmenin en görünür simgesi...
* * *
Bir şehrin ışıldaması uğruna öbürünün sönmesi, birileri mutlu yaşasın diye diğerlerinin mutsuz ölmesi, Kürtlerin sevindiğine Türklerin üzülmesi... Ya da tersi...
Bu uğursuz tahterevalli, toplu bir mutluluğu esirgiyor bizden...
2011, hepimizin birden aydınlanıp sevindiği, kardeşçe yaşayıp gönendiği bir yıl olsun...
Dileğim bu...