Bülent Arınç demişti ki: “Bir kısım çağdaş düşünceye sahip olduğunu söyleyenler, olaylara sadece içki ve seksle bakıyorlar. Hayat içki ve seksten ibaret değil...”
Konu üzerine epey geyik muhabbeti yapıldı, ama işin ciddi bir yanı var. Çünkü yapılmak istenen şey, sözlükte “çağdaşlık” kelimesinin karşılığına “müptezellik” yazdırmak...
Ve ne yazık ki bu, memleketin muhafazakâr coğrafyalarında rağbet gören bir teşhis haline geldi.
Bu algının niye yaratılmaya çalışıldığı malum...
Bence asıl sorun, Arınç’ın deyişiyle “çağdaş düşünce sahiplerinin bir kısmı”nın buna alet olup olmadığı...
* * *
Son dönemde “özgürlük savunusu”nun münhasıran içki ve porno üzerinden yapılıyor olması, benim de canımı sıkmaya başladı.
Evet AKP, içki vesilesiyle yaşam tarzına müdahaleye niyetleniyor. Ancak buna, “Bırakınız içsinler, bırakınız sevişsinler” mantığıyla direnmek de tuzağa düşmek anlamına geliyor.
Ankara’da belediye içki için referandum yapmaya kalkıştığında bunun tehlikelerini sayarak karşı çıkmıştım.
Öte yandan mesela trafikte alkol denetiminin ve cezaların artırılması, içki içen biri olarak beni hiç rahatsız etmiyor.
15-16 yaşında çocukların barlara serbestçe girebilmesine de karşıyım. Bu konuda İngiltere’deki kadar sıkı bir denetim istiyorum.
“Cinsel özgürlük” derken “porno”yu ya da genelevlerin yaygınlaştırılmasını kastetmediğimizi, tersine bunları, cinsel sömürü saydığımızı yeterince anlatamadığımızı düşünüyorum. “Bilgi’de porno tezi” meselesinin “akademik özgürlük” ekseninde tartışılması da bu anlamda talihsizlik oldu.
* * *
Bu tür örnekler, içki yasağını elde kadehle protesto etmeler, üniversite özerkliğini pornoyla savunmalar, yanlış bir çağdaşlık algısına hizmet ediyor.
Bu tuzağa düşmemek gerek.
“Çağdaş düşünce”nin asıl derdinin “kafa çekmek” değil, kişisel özgürlük alanlarına müdahaleye yeltenen yasakçı kafalara dikkat çekmek olduğunu iyi anlatmak lazım.
Bunun için de “içki-seks” kapanını aşan ve bütün yasakları hedef alan, daha genel bir özgürlük kampanyası açmakta, mesela hâlâ korunan darbe yasalarının ve yasaklarının, üniversitedeki baskıların, seçim barajının, siyasi tutukluların, medyanın kıstırılmışlığının, faili meçhul kalanların hesabını sormakta yarar var.
MUSTAFA DUYAR’LA İLGİLİ AÇIKLAMA
“Polis otosunda gördük, örgütten uzaklaştırdık”
Semra Duyar’ın 3 gün süren ifşaatına dair iki açıklama geldi. İlki Halkın Hukuk Bürosu’ndan:
Onlar bu dizinin karanlıkta kalmış bir konuyu aydınlatmayı değil, “siyasi gerçekleri açıklama amacı taşıyan bir propaganda eylemini amacından saptırmayı, nedenlerini belirsizleştirmeyi amaçladığı” kanısında...
Diğer açıklama TİKB’den:
Duyar’ın geçmişini özetlerken Gazi Mahallesi’nde öldürülen TİKB’li Zeynep Poyraz’la ilişkisine değinmiştim. Açıklamada bu ilişkinin iki yıla yakın sürdüğü belirtiliyor ve Duyar’la ilgili şu bilgiler veriliyor:
“Mustafa Duyar, TİKB’yle 1993-1994 yıllarında Sarıyer-Derbent bölgesinde taraftar düzeyinde ilişki kurdu. Kısa süre sonra, güven vermeyen davranışlarıyla dikkat çekti. Yaşadığı ciddi kişilik problemlerinin tezahürü olan dengesiz ve kuşkulu davranışlarının sürmesi üzerine, zaten sınırlandırılmış olan örgütsel ilişkiler, 1995 Haziran’ında bütünüyle kesildi. Duyar’la ilişkilerin bütünüyle koparılmasını hızlandıran etkenlerden biri de, Küçükçekmece taraflarında oturduğunu söylediği ablasında olduğunu iddia ettiği bir sırada, Fındıkzade’de bir polis arabasından inerken görüldüğü bilgisinin örgüte ulaşması oldu.”
Bu veriyi de genel manzaraya ekleyelim.