60 yıllık çok partili demokrasimize 4 sağcı lider damgasını vurdu:
Menderes... Demirel... Özal ve Erdoğan...
Bu 4 lider de görülmedik seçim zaferleriyle koltuğa oturdu:
Menderes 1950’de yüzde 53,5 ile...
Demirel 1965’de yüzde 52,8 ile...
Özal 1983’te yüzde 45 ile...
Erdoğan 2002’de yüzde 34 ile tek başına iktidar oldu.
Ne kadar sürdü?
Menderes‘inki 10 yıl...
Demirel‘inki 5,5 yıl...
Özal’ınki 6 yıl...
Erdoğan ise 7,5 yıldır tek başına iktidar...
Menderes‘in tarihî rekoruna doğru gidiyor.
* * *
Bu dönemlerin ortak özelliği şudur:
Dördünün de balayı dönemi görkemli oldu. Mutlak hâkimiyetle yönettikleri ilk yıllar büyük icraatlara imza attılar.
Yorgunluk dönemleri aşağı yukarı aynıdır:
Menderes, 1957’de tıkandı. Seçimde yüzde 10 oy kaybetti.
Demirel, 1960’ların sonundaki kaosun ardından 1971’de muhtırayla devrildi.
Özal, 1989 seçiminde oylarının yarısından fazlasını yitirdi.
4 liderden siyaseti sürdüren Demirel dışındakiler hiç muhalefete düşmedi.
Menderes ve Demirel, talihsiz birer askeri darbe ile devrildi.
Özal, seçim hezimetini Köşk’e çıkarak atlattı. Ama o Çankaya’ya çıkınca partisi dağıldı gitti.
Özetle denilebilir ki, Türk sağının iktidarda aşınma süresi 6-7 yıldır.
* * *
İktidar yorgunluğunun belirtileri de hepsinde aynı:
Yüksek tansiyon... Öfke nöbetleri... Hırçınlık, uzlaşmazlık, gerginlik siyaseti...
Tüm kurumlarla kavga... Basın ve muhalif odaklara baskı... Eleştiriye ve muhalefete tahammülsüzlük...
Yakındaki sağduyulu isimleri uzaklaştırmak...
Alkışların büyüsüne kapılmak...
“Yaşa... En büyük sensin. Tarihe geçeceksin” nidaları arasında uyarıları duymamak...
İktidarın ilelebet süreceğini sanmak...
“En iyisini ben bilirim” böbürlenmesine dönüşen gurur...
Ve kalabalıklara gizlenen yalnızlık...
* * *
Bu analizi Erdoğan’a uygularsak...
Türk sağının kaderini o da yaşadı.
İlk döneminde büyük değişimlere imza attı.
6. yılından itibaren yorulmaya başladı.
AB süreci, Ermeni açılımı, Kürt reformu, demokratikleşme hamlesi gibi adımları sürdüremedi; geri adım attı.
Başaramadıkça hırçınlaştı; bütün kurumlarla kavga etmeye, iyiliği için yapılan uyarıları bile dinlememeye, her eleştireni düşman görmeye, basına yüklenmeye, duygusal çıkışlar yapıp gereksiz sertleşmeye başladı.
“Kritik eşik“ dediğim budur.
* * *
Birkaç şansı var:
Menderes‘le Demirel’i deviren darbeler dönemi, çok şükür ki kapandı.
Muhalefet partisi, diğerlerine kök söktüren İsmet Paşa‘lı, Ecevit’li, Erdal İnönü’lü CHP değil artık... Hatta bir CHP-MHP koalisyonu ihtimali, Erdoğan‘ı besleyen kozlardan biri...
Yargı darbesi mi? Yüce Divan mı? O yol da bu anayasa değişikliği geçerse bertaraf edilmiş olacak.
Bu kez gidişatı değiştirebilecek tek şey, -normal bir demokraside olması gerektiği gibi- seçmenin iradesi olacak.
“Evet” sonucu, Erdoğan’a “kontrolsüz bir güç“ bahşedeceği gibi ona yeni bir seçim zaferinin ve Çankaya’nın kapısını açacak.
“Hayır“ ise, seçmenin uyarısıyla onu yepyeni bir anayasa için toplumsal uzlaşmaya, öfkesini yatıştırmaya, kırdıklarıyla barışmaya zorlayacak.
Yani seçmen ya hepten uçuracak ya yere indirecek.
Bu tarihi eşikte yapılacak yarınki referandumun, Anayasa değişikliğini gölgede bırakan asıl konusu budur.