10-12 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşecek The Monocle Quality of Life Conference öncesinde derginin ve markanın yaratıcısı Tyler Brule ile konuştum
Tyler Brule, yıllar içinde yazılı basını her zaman savunmuş ve dijital yayıncılığa hep mesafeyle yaklaşmış efsane bir dergici. Kendisi aynı zamanda ajansıyla birçok global markayı baştan yarattı. İBB’nin desteğiyle düzenlenen The Monocle Quality of Life Conference Istanbul öncesinde bakın neler konuştuk?
Konferans ile başlayalım. Monocle’ı İstanbul’a getiren nedir?
Her yıl aklımızda şehirlerin kısa bir listesi olur. Bu yıl ya Avrupa’nın en doğusuna ya da en batısına gitmek istedik. Bu yüzden bir dizi farklı sohbet yaptık, farklı şehirler de teklif verdiler ya da ortak olmakla ilgileniyorlardı. Ve şunu söylemeliyim ki, İstanbul önde gelen bir şehirdi. İBB ile konuşmalar başladığında listemizde de olduğu için tercih ettik.
İstanbul’da yaşam kalitesi hakkında ne düşünüyorsun? Daha önce birçok kez İstanbul’da bulundun. Geçen yıllar içinde olumlu ya da olumsuz bir değişim görüyor musun?
Dürüst olmak gerekirse uzun süredir İstanbul’a gitmedim. Türkiye’ye İstanbul’a dönmekten heyecan duyuyorum. Geçmiş deneyimlerime göre İstanbul iyi ve kötü özellikleriyle yoğun bir şehir. Bu gelişmenin bir kısmı da eski İstanbul’un yönlerine, farklı toplumların nasıl bir araya geldiğine, nasıl yan yana yaşadıklarına bakmaktan geçiyor. Ayrıca işletme sahipleri turistlere de hitap etmeli. Şehirle ilgili her zaman önemsediğim şeylerden biri, mahalle kavramı ve tabii ki bunu nasıl gerçek kıldığınız. Şehirde yaşayan biri sessizlik sakinlik beklememeli. Bir şehir olarak biraz fazla savunmacı hale geldiğinizde, herkesin uykuda ve yatakta olması ve gece saat 10’dan sonra gürültü yapamayacağınız zaman, o noktada şehir olmaktan da vazgeçiyorsunuz. Örneğin ilk konferans düzenlediğimiz Lizbon’da şehir merkezinde bir havaalanı var. Ve bana göre, uçakların gelip gitmesi şehrin hareketli görünmesini sağlıyor, size dünyayla bağlantılı olduğunuzu hatırlatıyor. Şehirlerin, evet, bu kadar katı ve belki de herhangi bir şekilde yönetilemeyeceğini anlamamızın bir yolunu bulmamız gerekiyor.
Şehirler doğası gereği dağınık ve gürültülü
Bir şehirde yaşam kalitesini artıran nedir?
Artık şehir sakinlerinin işletme sahipleriyle giderek daha fazla çarpıştığını görüyorum. Hükümetler, şehirleri ziyaret etmek isteyen turistlerle giderek daha fazla çatışıyor. Düzen istiyoruz ama şehirler doğası gereği dağınık ve gürültülüler. Şehirleri sevmemizin en büyük nedeni iş üzerine kurulu ve yaratıcı olabilmeye dayanan canlı organizmalar olması. Tabii buna rağmen kendinizi güvende hissetmek istiyorsunuz. Diğer taraftan da şehirlerin kendine özgü bir yoğunluğu var. Çoğu zaman birçok şehirde, şehrin biraz daha az ilgi çekici hale geldiği bir yere taşındığımızı hissediyorum. Çünkü eyaletlerdeki güçler belli bir saatten sonra sessiz olmamızı istiyorlar. Oysa çoğu zaman, büyük şehirler neredeyse günün her saati yaşayan bir metabolizmaya sahipler. Bu, günün her saati gürültü anlamına gelmez, ancak günün her saati hizmetlere sahip olma, belirli bir kültür düzeyine günün her saati erişebilme, bir altyapıya her zaman erişim sağlayabilmek anlamına gelir.
Her zaman yazılı basından yanaydın, Monocle sosyal medya kanallarını kullanmadı, dijitalden uzak durmayı tercih etti. Şimdi geriye baktığında o zamanki tercihlerinden memnun musun?
Sanırım şimdiye kadarki tercihlerimden mutluyum. Daha iyi yapabileceğimiz şeyler elbette vardı. Bu konuşmayı 10-15 yıldır yapıyoruz. Bu demek oluyor ki, değişim birçok kişinin düşündüğü hızda olmadı. Basılı gazete satın almak isteyen tüketicilerin olduğu çok açık. Financial Times’a bakalım, eskiden yılda 8 ya da 9 adet “How to Spend It” yaparken şimdi 39 adet yapıyorlar. Peki, ama neden? Çünkü ekler, dergi para kazanıyor, reklamlarla dolu. Dijital revizyonda çok fazla kaynak kullanmadığımız için mutluyum, çünkü bunu etkili bir şekilde yapmasaydık bizi batırabilirdi. Sanırım bu yüzden çoğundan biraz daha yavaş davrandık. Sosyal medyanın tanıtım ve pazarlama yönünü anlıyorum. Sosyal medya da takipçi ve reklam geliri için rekabet ediyor. Bizim de tam olarak yaptığımız şey bu. Bence şu an en güvenli mecra hâlâ yazılı basın.
Yapay zekâ medyayı nasıl etkileyecek? Artık herkes ChatGPT ile yazar olabileceğini düşünüyor.
İngilizce yapılan haber yapay zekâyla hatasız Türkçeye çevrilebilir. Ama hâlâ gerçek gazetecilik için birinin olanlara sahada tanıklık etmesi gerekiyor. Birinin bu röportajları yapması gerekiyor. Eminim şu anda icat edilebilecek her türlü fütüristik dijital model vardır. Ama bence başarılı olacak medya kuruluşları, medya markaları, sahada güvenilir, yetenekli insanlara sahip olanlar. Her yerde haber merkezlerinde işten çıkarmalar görüyoruz. Medya patronları maliyetleri düşürmek zorunda, çünkü bir zamanlar yaptıkları gelirleri elde etmiyorlar. İşte burada muamma yatıyor. Bu yüzden bence bazı ülkelerin ve daha sonra da küresel olarak muhtemelen şu anda olduğundan daha az güvenilir marka, haber kuruluşu veya medya kuruluşuyla karşı karşıya kaldığı bir yere varıyoruz. Çünkü bence birçoğu fotoğraf editörlerini de aslında gazetecilikte saygınlık ve güvenilirlik açısından en değerli olmaları gereken muhabirleri de azaltarak büyük hata yapıyor.
“Kaotik olanlara da bakıyoruz”
Şu anki iklimle, hangi şehirlerin yaşam kalitesinin daha yüksek olduğunu düşünüyorsun?
Sanırım Monocle şehir sıralama listelerimiz bunu ele alıyor. Ama yine de bu sıralamalar da asla mükemmel değil. Yaklaşık 2-3 ay önce bir yazı işleri toplantısı yaptık ve şu anda sahip olduğumuz kriterleri tamamen ortadan kaldırsak mı diye de düşündük. Eğitim, güvenlik, erişim ve toplu taşıma araçlarının dakikliğinin ötesine geçmeye çalışıyoruz. Tabii ki dakiklik, toplu taşıma, bir şehirdeki hayatı çok daha iyi hale getiriyor. Şu anda yaşadığım ve evim bildiğim Zürih her zaman sıralamalarımızda ilk 3’te yer aldı. Ama haftanın 7 günü değil, 6 günü yaşayan bir şehir. Şimdi, yine, tartışabilirsiniz, evet, hepimizin dinlenme gününe ihtiyacımız var. Ama o dinlenme günü modern bir dünyaya uyuyor mu? İnsanların zaman dilimlerini ve sınırları sürekli aşmak zorunda olduğu bir dünyaya uyuyor mu? Ben Zürih’in sakinliğini seviyorum ama bir kafe ya da restoran işletiyorsanız bu sakinlik iyi değil tabii, zaman zaman hantal ve yorucu bir hale de gelebiliyor. Aynı şey Münih ya da Hamburg için de geçerli. Bu yüzden bazen biraz daha kaotik olan şehirlere de bakmaya çalışıyoruz.
‘‘Dünyanın geri kalanına bağlı hissediyorum’’
Londra’dan neden Zürih’e taşındın?
Çok çeşitli nedenler vardı, en güçlü neden Brexit oldu. AB’nin bir parçası olmasa da İsviçre kıtanın bir parçası, aynı zamanda kıtanın kalbinde yer alıyor. Avrupa’ya ait olma duygusu da iş yapabilme kolaylıkları da ağır bastı. Altyapı açısından yaşamanın gerçekten kolay olduğu bir şehirde olmak istiyordum. Bir trene atlayıp başka ülkelere gidebilmek büyük bir lüks. Havalimanına 15-20 dakika içinde ulaşabilmeyi de kapımın önünde yüzülebilir bir göl olmasını da seviyorum. Bana göre yaşam kalitesinin yüksek olduğu şehirler temiz sularda yüzülebilir şehirler. İsviçre’yi sevmemin nedenlerinden biri de çok yüksek bir sosyal sermayenin olması, hiçbir şeyin çalınmaması, havlunuzu, hatta telefonunuzu bırakıp yüzmeye gittiğinizde geri döndüğünüzde orada olacağını bilme hissi.