Küçükkuyu’ya yolum düşünce, dostum Bülent Karpat’a uğradım. Laf lafı açtı, sohbetimize doyum olmadı. Gelibolu’ya döneceğim zaman, “Vosvos Ali’ye benden selam söyle” dedi. Aradım, buldum ve kendisine hayran kaldım!
Ne zaman bir ‘Tosbağa’ görsem dikkatimi çeker. “Tosbağa” dediğim şu Alman arabası var ya hani; Volkswagen marka. Artık antika sayılan tipi. İşte o.
Aslına bakarsanız otomobil merakım hiç olmadı benim. Ehliyet bile almadım. Ama motosiklet derseniz o başka...
Egzoz sesini bile duysam (saçlarım olmadığı için) sakallarım ayağa kalkar!
Bir de bu Vosvos denilen o kaplumbağalar... İlk üretimi 1937. Aslında altında dünyayı büyük savaşa götüren Naziler’in ve Hitler’in imzası var. Ama sonradan halkın arabası oldu. Hitler tarihin kara kaplı sayfalarına gömüldü.
Vosvoslar ise yıllardır üretilmemesine rağmen hâlâ yollarda. Meraklıları var. Adına şenlikler bile yapılıyor. Görünce gençliğim aklıma geliyor. “Nereden aklına geldi bu Vosvos şimdi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Anlatayım.
Dostum Bülent Karpat, Küçükkuyu’da yaşıyor. Tanırsınız siz de. Bir zamanlar televizyonlarda canlı yayınlarda az röportajlar yapmadı. Kendine özgü sunumu, konuşması ve davranışlarıyla da ün yaptı benim “Teneke sesli” diye takıldığım dostum. Küçükkuyu’ya yolum düştüğünde kendisine de uğradım. Uğradım ama saatlerce kaldım yanında.
Laf lafı açtı, sohbetimize doyum olmadı...
Hava kararıyordu ki, “Ben dönüyorum artık” dedim;
- “Hadi eyvallah. İyi bak kendine.”
- “Arada sırada gel, anılarımızı tazeleyelim kardeş” dedi; “Haa, bir de Vosvos Ali’ye benden selam söyle” diye de ekledi.
- Vosvos Ali kim?
- Kim mi? Nasıl tanımazsın yahu! Türkiye tanıyor adamı. Senin yaşadığın Gelibolu’da o da.
- Allah Allah! Ne iş yapıyor?
- Büyük sanatkâr. Daha doğrusu zanaatkâr. Antika araçları alır, toplar ve gıcır gıcır yapar. Lakabı da Wolkswagen’dan geliyor. Kısaltılmışı Vosvos! Onun üzerine böyle bir usta gelmedi, gelmesi de çok zor!
‘Kendimi ayıpladım’
Gelibolu’ya dönünce merak ettim tabii. Aradım, buldum. Ben de tanıdım. Hayran kaldım. Karşımdakinin büyük bir usta olduğunu anladım. Zaten şöhreti de bundanmış! Bir ben tanımamışım, kendimi ayıpladım’ Size de tanıtayım istedim. Geçtim karşısına. Ben sordum, o cevapladı. Aslen Gaziantepli:
“Ali Efe ismiyle doğdum. İlkokulu bitirir bitirmez babam yanına aldı beni. Dokuz yaşındaydım. Babam da iyi ustaydı ha. Memik Efe adı. Sen şimdi, ‘Memik ne demek?’ diye soracaksın. Kahramanmaraş’ta Ökkeş ismi çoktur, orada Ökkeş isimli bir yatır vardı, oradan geliyor. Bizim Gaziantep’te Memik adında bir yatır var, babam da ismini oradan almış” diye başladı sözlerine...
Karşımda sohbetine doyum olmayan biri olduğunu o anda anladım. Devam etti: “Bizim gibi zanaatkârlar artık yetişmiyor, yedi kardeşiz, hepsi akademisyen. Benim de biri kız olmak üzere iki çocuğum var, oğlum ise iktisat fakültesini bitirdi, yanımda bir yıl çalıştı, tabii ki gençliğinde. Her şeyi öğrendi ama gelin görün ki şimdilerde Karacabey’de tavukçuluk yapıyor, onu tercih etti. Eleman bulamıyoruz, bulsam bir veliahdımı yetiştirmek isterim.”
Vosvos Ali’nin babası fanatik ötesi bir Beşiktaş tutkunuymuş. Plakasında ‘HK (Baba Hakkı)’ yazan Vosvos’a da bu adı babası vermiş. İstanbul Beylerbeyi’nde bin 100 liraya satın almış!
‘Ölümsüz bir araba’
O konuşurken ben de işyerine
göz gezdiriyordum. Sadece ‘Tosbağa’ var. Girişinde de çatıya yerleştirilmiş
bir başka tosbağa!
Hemen sordum.
- Neden sadece bu arabalar?
- Çocuktum, o zamanlar anımsıyorum, Amerikan arabaları çoğunluktaydı. Bunun yanı sıra bu Volkswagen’ler de vardı. Benim sevdam, tutkum ufak yaşlarda başladı. Bunlar sadece bir araç değildi, hep insanlara benzetirdim. Sürekli güler yüzlü. Sürekli insanlara gülücükler atan sevimli ve sempatik!”
Artık araya girmeme gerek yoktu. O anlatmaya devam etti:
- “Gaziantep’te bir ustam vardı, onun bende emeği çoktur. Okullu değil alaylıyım. Çıraklık falan derken, ustalığa terfi ettim. İstanbul Dolapdere’de çalıştım, ustalarımın neredeyse tamamına yakını Ermeni vatandaşlarımızdı. Onların da bende büyük emekleri var.”
- “Türkiye’nin pek çok yerinden gelirler bana. Tosbağası olanlar
kapımı çalar. Çünkü sadece antika arabaları tamir ediyorum ben.
Yenilerle işim olmaz.”
- “Vosvoslar’ın en önemli özelliği ölümsüz bir arabadır. 1960 model bir aracı tamir ettirip, kullanabiliyorsun. Şimdiki araçlar öyle değil. Tamir ettir, en fazla 10 sene kullanırsın. Ölümsüz olmasının tek nedeni bu araçlarda kaliteli malzemenin kullanılmasıdır. Düşünün 1960 model, 63 yaşındaki bir Volkswagen hâlâ kullanılıyor. Bizim Vosvoslar canlıyı sever, bayrağı sever, vatanını sever. O sırada gözüm plakasında ‘Baba Hakkı’ yazan Vosvos’a çarptı, kısaca HK.
O da fark etti gördüğümü;
- O mu? Babam fanatik ötesi bir Beşiktaş tutkunuydu. Araca o ismi o taktı zamanında... Toparladık bakımını yaptık. 23 yıldır bende, ona gözüm gibi bakıyorum. Her şeyiyle tıkır tıkır çalışıyor. Ara sıra gezmeye de gidiyorum onunla. İstanbul’dan Beylerbeyi semtinden satın aldım, valla bin 100 liraydı galiba.”
- “İstanbul’a artık iş için çağıran olursa gidiyorum. Benden fazla da pek usta kalmadı. Benim ustalarım ya bıraktılar ya da rahmetli oldular. Artık eleman yok. Kimse yapmak istemiyor bu işi. Ben ise kopamıyorum. Eskiden günde 10 saat çalışıyordum ama bir motoru yerine kaldırırken omzum çıktı. Tam da düzelmedi. Ancak 4-5 saat çalışabiliyorum artık.”
Trafiğe eskortla çıkıyor!
Kendine ait bir de Volkswagen marka arabası, 63 yaşında, benzetme yerindeyse çil-çil, sanırsınız fabrikadan yeni çıkmış, adı mı? Kara Şimşek...
- Ağabey geziyor musun, yok süs olsun diye mi garajda saklıyorsun?
- Olur mu, o benim makam aracım, tabii geziyorum, çok da keyif alıyorum.
Ancak trafiğe eskort eşliğinde çıkıyorum.
- Nasıl yani eskort?
- Benim göz bebeğim o, trafiğe iki eskort eşliğinde çıkıyorum, biri önümde, diğeri arkamda...
- Ne alaka?
- Dedim ya, özel bir araç o, eşi benzeri yok gibi... Olur kaza yaparız falan, onun için iki eskortla geziyorum, çarparlarsa onlara çarpsınlar, Kara Şimşek’ime zarar vermesinler.
Sohbetine doyulmayan bir adam Vosvos Ali... Ben doyamadım. Yürüyen tarih sanki... Anlattıklarını adeta yaşadım. İstedim ki siz de tanıyın.
Belki tam anlatamadım ama...
Yolunuz Gelibolu’ya düşerse eğer mutlaka uğrayın Vosvos Ali’ye. Göreceksiniz, ondan sonra daha
farklı bakacaksınız hayata...
‘Dibine yuvarlanıyor!’
“Bir deyim vardır, atalarımızdan ‘Armut dibine düşer’ diye... Maalesef bazen dibine düşmüyor, yuvarlanıp gidiyor! Keşke evlatlarımdan birisini bu mesleğe yetiştirebilseydim, olmayınca olmuyor. Bu yaşıma rağmen bir kişiyi bulsam, inanın onu yetiştiririm, artık böyle kendi alanında ustalaşmış zanaatkârları bulmak çok zor.”
‘Para arkadan gelir’
“Bizim adımız zanaatkâr, bazen sanatkâr da deniyor... Tabii ki para kazanıyorum, ancak öncelik bana gelen o antika araçları yeni haline döndürmek, nasıl olsa para arkadan geliyor zaten... Eski antika araçları fabrikadan yeni gibi çıkarmak bizim işimizin olmazsa olmazıdır. Tabii ki ülkemizin her yerinden kapımı çalanlar var.”
‘İşkoliğim, duramam’
“Adam gibi yaşamaya çalışıyorum. Ekmeğimiz varsa, bölüşmeyi seviyorum. Kimsenin ağzına bakmam, işime odaklanırım, çalışmayı çok seviyorum, bugünkü sağlığımı yaşım ilerlemiş olsa da çalışmaya borçluyum. Tabii ki yoğun tempo nedeniyle bu tosbağalar rüyama çok giriyor, başka marka araç hiç görmedim rüyalarımda.”
‘Kaportası bir yıl sürüyor!’
“Başka marka arabalarla işim olmaz, varsa, yoksa tosbağa, benim yaşam biçimim. Motorunu tamir etmek kolay, 3-4 saat. Gelin görün ki, kaportası, abartmıyorum, bazen bir yıl sürebiliyor. Çünkü çekiçle tık, tık, tık kaportayı düzeltiyorum, o çekici kullanmak ustalık ister, incelik ister. Tamiri, onarımı kolay bir araç, öyle sanıldığı gibi karışık parça değil, düz ve basit. Diğer araçlardan onu ayıran onarım anlamında en büyük özelliği yuvarlak, köşeli değil.”
‘Her şartta çalışır’
“Bu aracın diğer bir özelliği ise hava soğutmalı olmasıdır. Bu tip araçlar her ortamda çalışır, isterse hava eksi 40 olsun, fark etmez. Motorun arkada olması da en büyük avantajı kuşkusuz. Dedim ya, çok özel bir arabadır bu... Motoru çalıştırdığınız anda teker dönmeye başlar, şanzıman yok, defransiyel yok, şaft yok. Direksiyonu hafiftir, yolda kalmaz, patinaj yapmaz, güçlü kalkışlar yapar, kaportası mı, taş gibidir valla.”
‘Stres yok, mutluyum’
“24 yıldır Gelibolu’dayım, burayı seviyorum... Hem İstanbul’a uzak hem de çok yakın, yarımada olduğu için farklı bir yerdir burası. Bana göre Datça’dan sonra en güzel yer Gelibolu’dur. Uygar, medeni insanlar topluluğu var burada. Dükkanı açık bırakıp, gittiğim çok olmuştur. Bir saat, üç saat, bazen dört saat kapılar açık... Döndüğümde bırakın parayı, bir cıvatamın dahi eksik olduğunu hiç görmedim. Kimse kimsenin malına dokunmaz, bir de korurlar. Maazallah büyük şehirlerde öyle üç saat açık bırakın, dükkanı yerinde bulamazsınız.”