Batı’nın gözünde bir masal diyarı gibiymiş İzmir. O yüzden de bildiğimiz, bilmediğimiz sayısız gezginin yolu düşmüş İzmir’e tarih boyunca. Biz ancak seyahatnameleri yayımlanan gezginlerden haberdarız. Onlardan biri de, 1841 yılında gelmiş İzmir’e.
Geminin körfeze girişinden itibaren her anını günlüğüne not düşen gezginimiz, limanın gemilerle dolu olduğunu belirtmiş ve hilalli kırmızılı Türk bayrağının da aralarında dalgalandığı buharlı gemilerden söz etmiş. İzmir’in yaşmaklı kadınlarından deve kervanlarından ve dar sokaklarından bahseden Danimarkalı gezgin, üst kısmında taşa oyulmuş bir mezarın da bulunduğu Homeros Mağaraları’nı da bir masal anlatır gibi, çok farklı bir dille anlatmış.
Onun anlatımıyla devam edelim:
“İzmir yakınlarında, tüccarların önlerine kattıkları yüklü kervanlarda uzun boyunlu mağrur develerin, kutsal toprağı beceriksizce çiğneyerek geçtikleri yüksek ağaçların altında bir gül ağacı görmüştüm. …..Dünyanın en büyük ozanı burada yatıyor” demiş gül, “Kokum onun mezarına yayılsın, fırtınada dökülen yapraklarım mezarını örtsün. İlyada’nın ozanı burada toprak olmuş, ben bu toprakta boy verdim. Ben, Homer’ in mezarından bir gül, yapraklarımı yoksul bir bülbül için açmayacak kadar kutsalım!” Ve ölene dek ötmüş bülbül.
Yüklü develeri ve siyahi köleleriyle gelen kervancının oğlu bulduğu kuş ölüsünü, o küçük şarkıcıyı büyük Homer’in mezarında toprağa vermiş ve gül rüzgârda titremiş. Gece vakti gül yapraklarını sımsıkı yummuş ve bir düş görmüş: Günlük güneşlik bir günmüş, Homer’in mezarını ziyarete gelen bir sürü yabancının arasında bir de kuzey ışıklarının ve sislerin ülkesinden gelen kuzeyli bir ozan varmış, ozan gülü koparmış, bir kitabın sayfaları arasına koyarak, dünyanın öbür ucundaki anavatanına götürmüş. Ve gül kitabın sayfaları arasında üzüntüden sararıp solarken, ozan evinde kitabı açmış ve demiş ki “İşte Homer’in mezarından bir gül!” Gül gördüğü bu düşten uyanıp, rüzgârda titremiş, yaprağından süzülen bir çiğ zerresi ozanın mezarına damlamış, sonra güneş doğmuş, gül her zamankinden daha güzel açmış, Asya’da gün ısınmış. İşte o zaman yaklaşan ayak sesleri duyulmuş, tıpkı gülün rüyasında gördüğü gibi yabancılar gelmişler, aralarında kuzeyli bir ozan da varmış, ozan gülü koparıp çiçeğin körpe dudaklarına bir öpücük kondurmuş, onu alıp kuzey ışıklarının ve sislerin ülkesine götürmüş. Ölü çiçek, şimdi bir mumya gibi ozanın İlyada’sının içinde yatmakta... Ve tıpkı düşündeki gibi, ozanın kitabı açarken söylediklerini duyuyor: “İşte Homer’in mezarından bir gül!”
Homeros Mağaraları’nın ardından İstanbul’a gitmek üzere İzmir’den ayrılan gezginimiz, dönüş yolunda denizden gördüğü Foça’yı da “Yemyeşil tepelerin eteklerinde Yeni Foça uzanıyor. Fransa’ dan, Foça’nın evlatlarının kurmuş olduğu Marsilya kentinden gelen gemimizi selamlıyor yeşil dallar; sizler, siz yeşil dallar, o kadar eskileri bilemeyecek kadar körpe de olsanız, yine de aşinasınız” sözleriyle anlatmış.
Gezgin, bir seyahatname yazar gibi değil de bir masal anlatır gibi kaleme almış notlarını.
Çünkü o gezgin Kibritçi Kız, Küçük Deniz Kızı ve Çirkin Ördek Yavrusu gibi pek çok masalıyla tanıdığımız Hans Christian Andersen...
Andersen’in İzmir ve İstanbul gezisiyle ilgili detaylı notları için, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘İstanbul’da İki İskandinav Seyyah’ adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim.