İnsanoğlu uygarlık tarihi boyunca bilinmeyeni daima bilinir hale getirmek için çalışmıştır. Bunun temel sebebi ise bilinmeyene dair olan arkaik korkusudur; çünkü insan bilmediği şeyden ilkin korkar sonra da onu reddeder. Çevresinde gözlemlediği her şeyi önce anlamaya çalışır, ardından da tamamen kontrol altına alabilmek için anlamlandırma gayretini gösterir. Keza; anlam yüklemiş olduğu şeyleri anlamlandırarak inanç dünyasına, günlük yaşantısına o şeyleri entegre eder. Gerek doğa olayları gerekse de gökyüzündeki değişikliklere dair sorduğu bilimsel sorulara başlangıçta bilimdışı karşılıklar vererek onları anlamdırmaya çalışmış olmakla birlikte uygarlaşma yolunda elde ettiği başarılar nispetinde bilmsel cevaplar bularak korkularına çözümler getirebilmiştir.
Zengin bir ritüel
Yaşamsal ihtiyaçları, korkuları, istek ve arzuları insana inançlar geliştirme zarureti getirmiştir. Nitekim, insan neye ihtiyaç duyarsa onu yaratır neyi yaratırsa da hemen şekillendirir. Bin yıllar süren bu süreç içerisinde insanoğlunun düşünce dünyası benzer sorulara cevap vermiştir. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve birbirleriyle iletişim imkanı bulma olanakları olmayan insanlar son derece ilginç bir şekilde birbirlerine yakın soruları doğaya karşı sormuşlar ve yine benzer cevaplar vermişlerdir. M.Ö. 10.000’li yıllarda Avrupa, Asya ve Anadolu’daki mağaralara çizilen resimlerin neredeyse tıpa tıp aynı figürleri içermesi konuya bir örnek teşkil eder. Bu bağlamda insan zihni ihtiyaçlarına ortak soru ve cevaplar vermekle kalmamış aynı zamanda bilinçaltının dışa vurumları olan sembol dilinde de benzer işaretler kullanmışlardır.
İnsanoğlunun ben ve biz kavramlarıyla; ırksal ve inançsal anlamda birbirlerinden ayrışma, üstün görme dönemine girmesiyle birlikte bildiklerini saklama, kendilerini koruma ve karşısındakilerin kendilerini anlamalarına izin vermeme gibi ihtiyaçları üzerine sembol dili geliştirmişlerdir. Özellikle ırksal ve inançsal baskı altında kalan toplumlar zaruret doğrultusunda sembol dillerini geliştirmek durumunda kalmışlardır. Museviler, Aleviler, Bogomiller gibi topluluklar tarihsel süreç içerisinde geliştirmek zorunda oldukları zengin bir ritüel ve sembol diline sahiplerdir.
Sayıların anlamları
Birden 12’ ye kadar sayılara yüklenen anlamlar, inançlar tarihi içerisinde önem arz eder. Sadece 13 sayısı Anadolu’ya özgü olmakla birlikte Adonis (ilkbahar tanrısı) ile ilintili bir uğursuzluğa sahiptir. Bir; tek ve eril bir anlamda ifade edilirken iki sayısı dişil bir durumdadır. Adem “1”, Havva “iki”... Bunların birlikteliğinden (Habil, Kabil ve kızları İklima) “üç” sayısı değer bulur. Keza Hint mitolojisinde İntra, Varuna ve Mitra üçlemesini şiva, vişnu ve brahma üçlemesi takip eder. Hristiyanlığa baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi şeklinde intikal eden üç sayısı Alevi inanç dairesinde Allah, Muhammed ve Ali ile yer edinir. Şaman fetişleri olan muskalar da üç köşelidirler. Dört sayısı bir denge olup hava, toprak, su ve ateş elementleriyle mistik yönelişlerde anlam bulur. Beş sayısı hermofrodit bir kişilik arz ederken altı sayısı Hristiyan inanç dairesinde uğursuzluğa karşılık verir. Bu nedenle Hristiyan tabutları altı köşelidir. İsa’nın çarmıhta altı saat kaldığına dair olan inanç buna delil gösterilir. Yedi sayısı ise çok tanrılı dönemlerde tapınakların merdiven basamaklarında kullanıldı. Musevilerde Menora şamdanının yedi kolu, Hristiyanlarda yedi sakrament, Alevilerde yedi büyük ozan ve sünni Müslümanlarda Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa yapılan yürüyüş... Sekiz sayısı yeniden doğmayla anlamlandırıldığı için vaftiz tekneleri başlangıçta sekiz köşeli olarak yapılırdı.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024