Tasarımcı Özlem Süer, hikâyesi ve kahramanı olan koleksiyonlar hazırlıyor. Onların mevsimi yok, her zaman için. Tanımları yok, her durum için... Hepsi ‘moda’nın dışında yaratılmış, bir tablo gibi seyredilesi, kıyabilirseniz eğer çok da giyilesi elbiseler
Özlem Süer’in mayıs ayında sunumunu gerçekleştirdiği ‘Şemsiye’ koleksiyonunun yankıları hala sürüyor. Alışılmışın dışında bir çalışma bu. Bir kere sektörel koleksiyon değil. Sonra Şemsiye’nin insanı bambaşka hayatlara sürükleyen sağlam bir hikâyesi var. Ayrıca bu çalışma ile Özlem Süer öğretim görevlisi olduğu Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Tekstil Bölümü’nden “Sanatta Yeterlilik" ünvanını da almış.
Şemsiye’yi gördükten sonra ilk yorumumuz ‘Özlem Süer’e dikkat, moda dünyasına damgasını vuracak’ olmuştu. Elbiselerinin güzelliği sadece ihtişamında gizli değil çünkü. Onlar, hayranlık uyandıran zekâ pırıltısını her detayında barındıran elbiseler. Böyle bir yaratım gücünün mevsimsel koleksiyonlara yansımalarını da merakla bekliyoruz aslında. Ancak Özlem Süer şimdilik bu tarz çalışmalar yapmıyor. Tekstil sektöründe sadece danışmanlık bazında hizmet veriyor. Ancak O’nun giysileriyle tanışma imkânı veren Akay Gelinlik’in de desteği bulunan Teşvikiye Caddesi Venüs Apartmanı’nda Atelier de Couture var. Özlem Süer burada kişiye özel tasarımlar yapıyor.
Şemsiye’nin hikayesi Özlem Süer çalışmalarında mutlaka bir öyküden yola çıkıyor. Sanatın herhangi bir dalında olduğu gibi insanı heyecanlandıran bir çıkış noktası arıyor önce. Aradığı hikayeyi, Nedim Gürsel’in İstanbul’un kuruluş öykülerini anlattığı Boğazkesen kitabındaki Şemsiye Hanım’da bulmuş. Şemsiye, tarihi bulguları gözönünde bulundurunca yaşamış olduğuna inandığınız, diğer yandan da tam bir ‘efsane kadın’ profili çizen bir kahraman. Hz. Süleyman’ın bir seferi sırasında aldığı ülkenin hükümdarının kızı. Kızın, Hz. Süleyman’la evlenmek için şartı, çok güzel bir yerde adına çok güzel bir sarayın yaptırılması. Bütün
dünya geziliyor ve iki tarafı kare olan bir boğaz, yani Sarayburnu seçiliyor saray için.
Şemsiye, bütün kadınların yaşadığı hüznü yaşayan bir kadın. Özlem Süer, “O, İstanbul’la çok özdeş. İstanbul bir eğlence kenti gibi görünse de benim için hüzünlü bir kent, acıların kenti. Toprak kuşatılırken birçok insanın acılarına tanık olan bir kent. Şemsiye de bunu çok simgeleştiriyor. Biraz saraylı, biraz ayağı çıplak bir sokak kaçkını, biraz hüzünlü, biraz şımarık... Sahibi olduğu muhteşem sarayın getirdiği ihtişamlı bir görüntüsü var. Benim kostümlerimde de ihtişam çok fazla. Ama diğer taraftan da o ihtişamı hüzünle birleştirdiğinizde müthiş bir ayağı yalın, sokağa kaçmış, şizofrenik eğilimi olan biri çıkıyor ortaya. O anlamda bence bütün kadınları simgeleştirecek bir karakter" diyor. Özlem Süer, yarattığı elbiseleri gören kadınların bir noktada mutlaka kendilerinden birşeyler bulabileceklerine inanıyor.
Tablo gibi giysiler Özlem Süer, sanatla giysiyi buluşturduğu zaman kendisini insanlara ifade edebildiğini söylüyor. “Benim yaşam aşkım bu" diyor ve ekliyor: “Benim için giysi sadece güzel görünmek adına, tüketmek adına taşınan birşey değil. Benim giysilerim insanlara heyecan vermeli. Bir ressam tablosunu duvara asarken nasıl bir heyecan yaşıyorsa, sahip olunan giysiler de benzeri bir heyecan vermeli. Giysi bir sanat objesi aslında. Onu yapan sanatçı kimliğini ortaya koyuyorsa, kompozisyon, renk, malzeme gibi dengeleri koruyorsa yaratılan sıradan bir moda tasarımının ötesine geçiyor. Ve bu giysiler yapıldı, tüketildi ve bitti olarak görülmemeli." Gerçekten de Özlem Süer’in tasarımları elbisenin çok ötesinde birşeyler ifade ediyor.
Zaten onların tanımları yok. Gelinlik değil, abiye değil, hafta sonu giysisi hiç değil. Ve aslında ister evlenirken, ister özel bir partide veya kırlarda, kumsallarda yürümek, koşmak için, onların adları yok. Kısacası kendinizi ‘kadın’ gibi hissetmek istediğiniz her anın giysileri...
Özlem Süer Şemsiye’nin kendisine hissetirdiklerini ise şöyle açıklıyor: “O benim için hayatımı ortaya koyduğum, beni günlerce göz yaşlarına boğan ve gözlerimi buğulu gezdiren bir rüyaydı. Tıpkı Tanrıyı hissetmek gibi, sanatın dokunuşunu birkaç an hissedebilirsiniz, ben Şemsiye’de bunu duydum. Hayatımda bunu daha kaç kere yaşarım bilmiyorum, ama umarım çok fazla yaşarım; yaşamak için de çok emek harcayacağım."
Zıtlıkların ifadesi Şemsiye, hem duygusal hem ihtiraslı bir karakter. Bu karakter zıtlığını ifade ettiği için olsa gerek kontrast kumaşlar kullanılmış. Bu koleksiyonda ipek, şantuk, tafta, organze, krep, el dokuması ve özel olarak dokutulan kumaşlar dikkati çekiyor. Türkiye’nin dört bir yanından getirilen mekik oyalarının, yemeni kenarlarına işlenen boncukların ise Şemsiye’nin ruhundaki yalnızlığa uygun olarak daha renksiz, daha sade yorumlanmış halleri çıkıyor karşımıza. Özlem Süer kimi elbiselerde ise
teknolojik kumaşlara yer vermiş. Deri görüntüsü veren bu kumaşlar istenilen yüzey üzerine kaplanabiliyor. Özlem Süer bu tür kumaşlarla doğayı yok etmeden, doğal ambiansların yakalanmasını çok hoş buluyor.
Elbiselerde öne çıkan bir diğer konu da sıkça kullanılan nervürler. Nervür Osmanlı dönemine ait klasik bir dikiş şekli. Nervürler bluzlara, elbiselere çok çarpıcı bir ambians katmış. Bunun dışında kullanılan aksesuvarlar da tamamen el yapımı. Özlem Süer’in deyişiyle; “Hiçbir şey gidip dışardan alınıp elbisenin yakasına, paçasına konulmadı. Bütün aksesuvarlar detaylı bir çalışma ürünü."
Hep beyaz Özlem Süer, sanatsal bir obje yaratırken vurguyu bir noktada toplamayı tercih ediyor. Fakat Şemsiye’de bunu gerçekleştirememiş. Çok renkli bir karakterden yola çıkması, kullandığı detayları da zenginleştirmiş.
Özlem Süer, “Kollardaki kristaller, nervürler, pileler ve kabarık kumaşların bulunduğu yoğun bir kompozisyonun içine bir de renk girerse herşey altüst olabilirdi" diyor. Bu nedenle beyaza yakın ekruları kullanmış. Detay zenginliğinin etkisini tek renk kullanarak biraz yumuşatmaya çalışmış.
O’na göre, renklilik Şemsiye’nin yalın ruhunu bozabilirmiş. Özlem Süer buna rağmen Vitali Hakko’nun kendisine verdiği 50 parça eşarbı hiç kesmeden, dikişlerle model vererek kullanmış. “O kumaşlar Şemsiye’nin ihtişamlı tarafına öylesine uyuyordu ki koleksiyona bambaşka bir açı kazandırdılar" diyor.
Renklerin bilimsel modası Özlem Süer,
son 5 yıldır Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği’nin (TGSD) moda danışmanlığını yapıyor. Ayrıca TGSD’nin katıldığı etkinliklerden biri olan Intercolour Kongresi’nde Ümit Ünal’la birlikte Türkiye’yi temsil ediyor. Senede iki kez toplanan kongre, iki sene sonrasının renklerini belirliyor.
Bu kongreden çıkan ipuçlarına göre millenium renkleri olarak ilan edilen gri ve kırmızı yerini şimdilik çok renkliliğe bırakmış görünüyor. Özlem Süer, bir sonraki aşamada ise doğaya dönüşün yaşanacağını ve pastel renklerin gözde olacağını söylüyor.
Süer, “Grinin bizi aşırı derece renksizliğe itmesi, renkleri özlememize neden oldu. Bu da etnisizmin getirdiği canlılıkla birleşince büyük bir ihtişamla renge büründük. Vitrinlere baktığımız zaman geçen yazla birlikte yaşayacağımız kışta dehşet renklilik var. İnanılmaz yeşiller, sarılar, morlar... Önümüzdeki yıllarda daha da asit sarılar ve yeşiller kullanılacak. Bunun devamında yavaş yavaş natürelleri, durağanları özlemeye başlayacağız ve doğanın biraz daha kendi halindeki renklerine dönmeye başlayacağız.
Çünkü çok renklilik de en tepeye çıktıktan sonra, yavaş yavaş kendini sakinliğe bırakacak" diyor. Aldığınız giysileri uzun süre kullanmayı planlıyorsanız, bu renk tüyolarına kulak vermenizde fayda var.
80’ler kapıya dayandı Özlem süer vatkalarla, çok renkli dar eteklerle, uzun çizmelerle 80’li yılların modasının tüm hızıyla geri geldiğini vurguluyor. Üstelik bu moda gelmekle kalmayıp her yanı saracakmış.
Süer’e göre, özellikle İstanbul’da hızla ve uzun süre bu modanın etkilerini yaşayacağız. “Ancak" diyor Özlem Süer, “Moda, aslında çok moda olanı giymemek. Kişiler bireyselliğini keşfettikçe tarzlarını oluşturuyorlar. Bence bu protest grup kendi modalarını yaratıyor. Sokaklarda da son akımları takip edenlerle, kendi akımlarını yaratanlar denge oluşturacaktır."
Yeni kahraman Hafize Rukiye Özlem Süer, şubat ayında Düsseldof’ta IGEDO Fuarı’na anneannesinin teyzesi Hafize Rukiye Hanım’ı konu alan yeni kreasyonuyla katılacak. Dönemin güzel sanatlar okulu Sanayi - i Nefise’nin ilk ressamlarından olan Hafize Rukiye Hanım keman ve piyano çalan, son derece entellektüel kişiliğe sahip yenilikçi bir karakter çiziyor.
Özlem Süer, Rukiye Hanıma ait bir fotoğrafı gördüğünde daha da etkilenmiş bu kişilikten. Çünkü fiziksel olarak benzerlik de şaşırtıcı boyuttaymış. Özlem Süer yeni koleksiyonunu şöyle anlatıyor: “Onun Şemsiye’den farklı bir yanı ve üslubu olacak. Bir kere artık renk var, farklı bir havası var. Ruh olarak Şemsiye’den kurtulmam mümkün değil. Çok renkliliğin, detayların, yeni aksesuvarların olduğu, aksesuvarda çok büyük yoğunluğun olduğu bir koleksiyon olacak."
Özlem Süer bu çalışmasını podyumda belli bir kitleyle paylaştıktan sonra, bir galeride sergileyip farklı kitlelerle de buluşturmayı tasarlıyor.