AGİT zirvesinden ve ABD Başkanı Clinton'ın resmi ziyaretinden çıkarılması gereken çok yalın sonuç şudur: Türkiye, bölgesel ve küresel düzeyde oynayabileceği role uygun bir iç siyasal yenileşmeye vakit geçirmeden yönelmelidir.
AGİT İstanbul Zirvesi'nde tartışılan en önemli
gündem maddeleri İnsan Hakları ve Uluslararası Güvenlik konusunun Türkiye için önemini ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İhsan Dağı yazdı.
AGİT'in İstanbul Zirvesi, bir yandan İnsan Hakları tartışmalarını öne çıkarırken, diğer yandan da AKKA'nın gözden geçirilmesi ve İstanbul Şartı ile "güvenlik" sorunlarını gündeme getirdi. AGİT'in "ikili" gündemi, İnsan Hakları sorunları ile ulusal ve uluslararası güvenlik arayışlarının ayrı düşünülemeyeceğinin somut bir ifadesi. Üstelik bu, sadece, İnsan Hakları konusunu 1975'den bu yana uluslararası gündeme taşıyan önce AGİK sonra AGİT'in değil, NATO'nun ve Birleşmiş Milletler'in de giderek benimsediği bir tutum. İnsan Hakları ve uluslararası barış arasında kurulan küresel "bağıntı", İnsan Hakları sorunlarını ciddiye almayan ulus devletlerin, 21. yüzyılda çok yönlü baskı altında kalacaklarının da bir işareti.
Helsinki Nihai Senedi
1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi'nde, İnsan Hakları(insani boyut), güvenlik ve ekonomik işbirliği boyutlarıyla birlikte ele alınan üç temel konudan biriydi. Üstelik insani boyut / İnsan Hakları Doğu blokuna karşı Batı'nın talep ettiği ve elde ettiği en büyük kazanım olmuştu. Doğu blokunu kemiren ve 1989 liberal devrimleriyle onu yok eden muhalefet AGİK'in İnsan Hakları ilkesinden ve mekanizmalarından beslendi.
AGİK, üye devletler arasında ilişkilerin "egemen eşitlik", sınırların değişmezliği vs. yanında "temel hak ve özgürlükler"in korunması ve geliştirilmesi amacı tarafından şekillendirilmesi gerektiğini "temel ilkeler" arasında sayan bir anlaşma üzerine kuruldu.
Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra da İnsan Hakları ve demokrasi alanındaki çalışmaları AGİT'in kurumsal düzeyde yeniden yapılanmasının ana fikri oldu. Ayrıca 1994 Budapeşte Zirvesi'yle İnsan Hakları alanında faaliyet gösteren NGO'ların yani sivil toplum kuruluşlarının, uygulama toplantılarında
devlet temsilcileriyle yan yana oturmaları, uluslararası ilişkiler geleneği açısından sor derece devrimci bir uygulama başlattı.
İkili gündemin nedeni?AGİT'in ikili gündeminin nedenine gelince... İnsan Hakları ihlallerine yönelik tepkiler ve karşı çıkışlar sadece moral bir gerekçeye dayanmıyor. İnsani - moral değerlerle temellendirilen İnsan Hakları anlayışları
son tahlilde, aslında toplumsal yaşamda çözümlenmesi gereken "reel" bir soruna cevap getirme hedefi taşıyor. Bu hedef, bireyin ve grupların devletle ve birbirleriyle etkileşimlerinde, toplumsal barışı mümkün kılacak bir hak ve özgürlükler ortak paydası yaratmak.
İdealist, bu haliyle yaşanandan kopuk bir talepler dizini gibi görülen İnsan Hakları, gerçekte, son derece pratik ve yaşamsal sorunların çözümünü öngören "pragmatik" bir kavram. "Çatışma önleyici" bir mekanizma; yani, ulusal barış ve güvenliğin kurucu unsuru.
İnsan Hakları, bireyin ve grupların temel haklarını garanti altına alan bir kavram olmanın yanında, bunu yapmakla aynı zamanda bireylerin ve grupların "temel güvenlik endişelerini" de gideren bir işlev taşır. İnsan hakları uygulamalarıyla vatandaşlarının güvenliğini tehlikeye düşüren devletler, aslında kendi güvenliklerini ve uluslararası barışı da tehlikeye atarlar. İdeolojik, etnik veya dinsel nedenlerle baskı ve tehdit altına alınan insanlar veya gruplar, paradoksal olarak sözkonusu ideolojik, etnik ve dinsel güvenlik arayışlarını zora sokan bir toplumsal olguya dönüşürler.
NATO ve 'istikrarsızlıkİnsan haklarına bağlı siyasal rejimlerin varlığı sadece ulusal düzeyde bir değer ve anlam taşımaz. Günümüzün küresel ilişkiler ağında komşu ülkeler ve hatta uluslararası toplum bir ülkede egemen olan rejimin niteliğinden, onun demokratik ve insan haklarına saygılı ya da otokratik ve baskıcı olmasından etkilenir. Bu etkilenme bazen bölgesel ve hatta uluslararası barışın tehdit edildiği gelişmelere dönüşebilir.
Uluslararası sistem ve dengelerin sınırlayıcı etkilerine rağmen ulusal rejimin niteliği, ülkenin dış politika davranışlarını da belirli ölçülerde şekillendirir. Kendi halkına karşı baskıcı ve acımasız olan rejimlerin, başka ülkelerin halklarına karşı adil ve barışçıl davranmaları beklenemez. Dolayısıyla, İnsan Hakları sorununa duyarlılık sadece moral ve siyasal bir mesele değildir; barış ve güvenlik arayışlarının da bir gereğidir.
Artık İnsan Hakları ihlallerini, uluslararası boyutlarda siyasal ve güvenlik sorunu olarak görme eğilimi güçlendi. Devletler, giderek daha kapsamlı güvenlik kavramları geliştirmeye başlarken, NATO da tehdit algılaması içinde "istikrarsızlık" olgusunu giderek artan bir biçimde vurgulamakta.
Küreselleşmenin etkileriSiyasal rejimin ve devlet - toplum ilişkilerinin biçimi, istikrar veya istikrarsızlık probleminin temelinde yatmakta. Soğuk Savaş sonrası yeni dünyada uluslararası barış ve güvenlik, ulusal barış ve istikrara çok daha fazla bağlı. Bunun gerçekleşmesi de devlet - toplum ilişkisinin ve toplum içi değişik dinsel, etnik ve çıkar temelli gerginliklerin uzlaşı, katılım ve çoğulculuk ekseninde çözülmesinde yatıyor.
Küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık olguları, güvenlik sorunlarının da bu bağlamlarda ele alınmasını gerektiriyor. Çünkü, uluslararası ve ulusal alanlar kendi başlarına anlamlarını kaybetmekte; iki alan arasında geçişkenlikler kaçınılmaz olmakta. İnsan Hakları bu geçişkenliğin tipik bir örneği. Bu niteliğiyle de hem ulus devletlerin manevra alanlarını daraltmakta, hem de uluslararası güçlerin müdahalelerine "davetiye" çıkarmakta.
Türkiye'nin siyasal rejimiVarlık nedeni temelde vatandaşlarının "güvenliği"ni sağlamak olan devlet, sistemli ve kapsamlı İnsan Hakları ihlallerine kalkıştığında hem temel meşruiyet dayanağını kaybetmekte, hem de kendi "varlığı"nı sorgulanır, yani "güvenliksiz" kılmakta. AGİT zirvesinden ve ABD Başkanı Clinton'ın resmi ziyaretinden Türkiye'nin çıkarması gereken çok yalın bir sonuç bulunuyor: Türkiye, bölgesel ve küresel düzeyde oynayabileceği role uygun bir iç siyasal yenileşmeye vakit geçirmeden yönelmelidir.
Soğuk Savaş döneminden farklı olarak Batılı müttefiklerimiz, İnsan Hakları ve demokrasi sorunlarını aşamayan bir Türkiye'nin sadece ulusal istikrarsızlıklara sürükleneceğini değil, bölgesel ve hatta uluslararası istikrarsızlığın da kaynağı olabileceğini öngörüyor.