Transferde Türkiye'nin yeni rakibi: Suudi Arabistan
Ülkemizin büyük kulüpleri açısından bu yeni aktör, sadece transfer pazarı değil aynı zamanda stratejik bir rakip haline geldi. Ve bu rakip, transferde benzer oyuncu profilleri için savaşırken finansal ve stratejik avantajlarla sahada.
Son yıllarda futbolun küresel transfer piyasasında yaşanan değişim, alışılmış dengeleri alt üst etti. Artık transfer rekabeti sadece Avrupa’nın dev kulüpleri arasında değil; yeni ve beklenmedik aktörler arasında da geçiyor. Petrol zenginliğini futbolun finansal mekanizmasına akıllıca entegre eden Suudi Arabistan, sadece sahada değil saha dışında da futbolun dinamiklerini yeniden şekillendiriyor. Türkiye’nin büyük kulüpleri açısından bu yeni aktör, sadece transfer pazarı değil aynı zamanda stratejik bir rakip haline geldi. Ve bu rakip, transferde benzer oyuncu profilleri için savaşırken finansal ve stratejik avantajlarla sahada.
Suudi Arabistan’ın futbol sahnesine yaptığı giriş, son birkaç yılda iyice devasa bir hal aldı. Ülkenin “Vizyon 2030” adlı büyük dönüşüm planı çerçevesinde, sporun ve özellikle futbolun ekonomik ve diplomatik bir araç olarak kullanılması kararlaştırıldı. Kamu Yatırım Fonu (PIF) önderliğinde, Al-Nassr, Al-Hilal, Al-Ittihad gibi kulüpler devasa bütçelerle donatıldı. Bu kulüpler, Cristiano Ronaldo, Karim Benzema, Neymar ve N’Golo Kante gibi futbol dünyasının üst düzey yıldızlarını kadrolarına kattılar. Ancak bu hamleler sadece parasal şovdan ibaret değil. Suudi Arabistan, futbolu uzun vadeli, sürdürülebilir bir marka lig haline getirmek istiyor.
Bundan seneler evvel Suudi Arabistan futbol dünyasına görkemli girişini ilk yaptığında bir yazı yazmış ve finali Mustafa Sandal’ın 90’lı yıllarda fırtına gibi esen şarkısıyla bitirmiştim: Onun arabası var, güzel mi güzel. Şoförü de var, özel mi özel. Bastı mı gaza, gider mi gider. Maalesef ruhu yok. O yazının üzerinden çok zaman geçti. Şimdi mevcut duruma yeniden bakalım ve bu sefer siz karar verin, ruhu var mı yok mu?
Mevzu sadece para değil
Bunun için, yıldız oyuncu transferinden fazlasını da yapıyorlar. Mesela geçtiğimiz günlerde teknik direktörlük koltuğunu Inzaghi’ye teslim eden Al-Hilal, ondan önce Barcelona ve Manchester City’de başarının mimarlarından Esteve Calzada’yı da sportif direktör yaptı. Yine Johan Cruyff Enstitüsüyle iş birliği yapıp alt yapı projelerini Avrupa standartlarına yükseltmeye, böylece futbolu temelden güçlendirmeyi de hedefliyorlar. Benzer durum diğer takımlar için de geçerli. Al-Nassr’da Roma’nın eski CEO’su Guido Fienga, teknik direktör koltuğunda tecrübeli isim Stefano Pioli, sportif direktör olarak da Fernando Hierro varken, Al-Ittihad’ın hocası Fransa’dan transfer Laurent Blanc ve sportif direktörü uzun yıllar Barcelona’da direktörlük yapmış Ramon Planes. Yani demem o ki, mevzu sadece yıldız oyuncuya parayı basalım alalım değil.
Yayın hakları için beIN Sports ile anlaşma yaptılar. Böylece Suudi futbolunun küresel erişimini artırıyorlar. İhtiyaçları var mı bilemem ama yıllık yayın gelirleri ciddi şekilde yükselirken, bu da kulüplerin finansal sürdürülebilirliğini destekliyor. Transfer edilen her düzeyde isim, Suudi kulüplerinin, Avrupa’nın prestijli kulüpleriyle dostluk maçı, turnuva maçları gibi organizasyonlarda yer almasını, dolayısıyla marka değerini güçlendiriyor. Bir kez daha, konu sadece para değil. Eğer Barcelona’nın eski sportif direktörü bugün sizin takımınızdaysa, geçen yıl Al-Nassr ve Barcelona arasında oynanan dostluk maçı gibi organizasyonları yapmanız kolaylaşıyor. Bu kapsamlı strateji, Suudi Arabistan’ı sadece transferde değil, futbolun küresel güç haritasında önemli bir aktör haline getiriyor.
S. Arabistan’ı tercih edenler
Bu saydıklarımdan sonra futbol dünyasından bir ismin Suudi liginde olmayı tercih etmesini makul buluruz diye düşünüyorum. Tabii hepsinden önce ilk sıraya devasa ekonomik cazibeyi koyduktan sonra. Yüksek maaşlar, imza paraları ve oyuncuların kazançlarını daha avantajlı hale getiren vergi politikaları şüphesiz büyük çekim merkezi. Diğer yandan Avrupa liglerinin yıpratıcı rekabeti ve Şampiyonlar ligi baskısından sıyrılmak isteyen, belki de iç dünyasında yoğun performans baskısı ve bitmeyen rekabetin tükenmişliği sınırında gezen oyuncular için de bu ligin cazip olduğunu söylemek lazım. Psikolojik olarak daha fazla konfor altında futbol oynamak ve bunu yaparken daha çok para kazanmak kabul edelim ki hepimizin mesleğinde gelmek istediği nokta olabilir.
Ancak bu tercihler genellikle kariyerlerinin son dönemindeki futbolculara daha çok hitap ediyor. Bu da tartışmaları beraberinde getiriyor; “Avrupa’nın en iyileri mi geliyor, yoksa bitmiş yıldızlar mı?” sorusu futbol kamuoyunda sıkça dile soruluyor.
Kulüpleri bekleyen tehlike
Transfer rekabetinde aynı oyuncuların kapısını sıklıkla çalan bu iki ülkeden biz, halen bir takım avantajlara sahip gibi duruyorken, Arabistan’ın geriden gelip bu avantajları da elimizden alması mümkünmüş gibi görünüyor.
Türkiye’nin üç büyük kulübü, genellikle Avrupa’nın ikinci plandaki ya da sözleşmesinin son dönemindeki oyuncuları hedefliyor. Ancak şimdi aynı oyuncular için Suudi kulüplerle yarışmak zorundayız. En güncel gündem Galatasaray ve Fenerbahçe için masada. Osimhen’in kalıp kalmayacağı elbette sadece Al-Hilal’den alacağı teklifle alakalı değil. Ki oyuncu zaten reddettiğini de söyledi. Ama Godfather (Baba) filminden bir alıntı yapacak olursak, “Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım” sahnesini belki henüz oynamamışlardır. Türkiye’nin Osimhen ve Heung-min Son için teklif ettiği veya edeceği mali paketler elbette Suudi kulüplerinin devasa maaşlarına yaklaşamaz.
Ancak Şampiyonlar ligi hedefi, yüksek rekabet ortamı ve zaman zaman beğenmeyip kendimizi eleştirsek de sunacağımız prestij halen Arabistan’dan daha yüksek. En azından şimdilik. Şimdilik diyorum çünkü biz günü kurtarma derdine düşüp, liyakatsiz federasyonlar, güç zehirlenmesi yaşayan yöneticiler yaratırken, yakın komşumuz Arabistan sadece para harcamıyor, aynı zamanda bir futbol kültürü de inşa etmeye çalışıyor. Beğensek de beğenmesek de kabul edip saygı duymamız gerekir ki, bazı Suudi kulüpleri bizim yüz yılı geçkin kulüplerimizden çok daha kurumsal ve vizyoner bir şekilde yönetiliyor. Transfer rekabetinde aynı oyuncuların kapısını sıklıkla çalan bu iki ülkeden biz, halen bir takım avantajlara sahip gibi duruyorken, Arabistan’ın geriden gelip bu avantajları da elimizden alması mümkünmüş gibi görünüyor.
Türkiye’nin de içinde olduğu bu yeni transfer dengelerinde Portekiz, Hollanda ve MLS ligleri de benzer sorunlarla karşı karşıya. MLS zaten apayrı bir seçenek, halen fırsatlar dünyası, rüyalar ülkesi olarak kendini pazarlıyor. Ama diğerleri için ekonomik zorluklar ve finansal rekabet az çok bizimki gibi. Yine Portekiz ve Hollanda kulüplerinin kadim alt yapıları ve her yıl Avrupa futboluna kazandırdıkları genç yetenekler ile bu yeni rekabet dengesinde saf tutabilecekleri aşikar. Türkiye’nin ise bu yeni rekabet ortamında ayakta kalabilmesi için finansal ve sportif stratejilerini yeniden kurgulaması şart.
Futbol artık sadece sahadaki performansla değil; küresel finansal güç, marka yönetimi ve stratejiyle de şekilleniyor. Suudi Arabistan, bu arenada yapısal bir güç olarak yerini aldı. Hedefleri, ev sahipliği yapacakları 2034 Dünya Kupası organizasyonuna kadar dünyanın en iyi 10 liginden biri olmak. Bizim de bu yeni dünya futbolunda sadece mali değil, akıllı ve uzun vadeli stratejilerle öne çıkmamız gerekiyor. Yeni dönemde yıldız transferi yerine, yıldız sistem kurmak; başarıyı satın almak değil inşa etmek sürdürülebilir bir futbol ömrü için kritik olacaktır.
S. Arabistan'ı neden reddediyorlar?
Herkes Suudi Arabistan’ın cazibesine kapılmıyor. Lionel Messi, Inter Miami tercihiyle kariyerini ABD’de sürdürüyor. Kevin De Bruyne, Luka Modric ve Mohamed Salah gibi yıldızlar yüksek maaş tekliflerine rağmen Avrupa’da kalmayı ve Şampiyonlar Ligi’ni tercih ediyor. Victor Osimhen, Al-Hilal’in teklifini Şampiyonlar Ligi hedefleri nedeniyle reddetti. Heung-min Son da “Para değil prestij önemli” diyerek şimdilik reddetmiş gözüküyor.
Bu tercihler, futbolcuların sadece maddi değil sportif ve kariyer anlamında da farklı önceliklere sahip olduğunu gösteriyor. Yani prestij ve rekabet hala ön planda. Zaten bunun farkında olan Suudi kulüpleri bunca alt yapı ve insan kaynağı yatırımını da bu yüzden yapıyor. Avrupa’da rekabetçi olabilmek için. Ama diğer yandan hani coğrafya kader ya, Avrupa kıtasına uzak olan bu ülkenin, bu yatırımlar sonucunda Şampiyonlar ligine katılma ihtimaline sizce coğrafya mı karar verir, yoksa bu cazibeye kapılması muhtemel UEFA mı?