03.09.2023 - 06:32 | Son Güncellenme:
Derleyen: Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Tuttuğu bir notta, "Burası yabani hayvanların kol gezdiği bir çayırlık mı yoksa benim evim mi, doğduğum yer mi bilmiyorum!" diye yazmıştı Maarralı bir ozan. Haçlı Seferleri'nden sonra tanınmaz hale gelen şehri için yazdıkları az bile gelirdi. Orta Çağ'a damga vuran en önemli olaylardan biri olan Haçlı Seferi'nde olanlar yalnızca korkunç savaşlarla da kalmadı; İznik, Antakya ve Ma'arrat'ün-Numân şehirleri dehşet verici yamyamlık vakasına tanık oldular.
TEK TEK ÖLDÜRMEKTEN SIKILIP AYNI ANDA İPE DİZDİLER
Maarra şehri, 1070-1092 yılları arasında Selçukluların, 1092-1098 yılları arasında ise Suriye'nin Halep Emiri Rıdvan'a bağlı Sökmen bin Artuk'un kontrolünde olmuş ancak daha sonra Haçlıların eline geçmişti. Haçlılar, Antakya'nın işgalinden sonra yönlerini Kudüs'e doğru çevirmiş ve zengin ve kalabalık bir nüfusa sahip olan Maarretünnumân'a 27 Kasım 1098 tarihinde ulaşmışlardı. Ard arda yaptıkları taarruz hareketlerinin başarısızlığa uğraması neticesinde şehri 1100 kişiden oluşan bir kuvvetle kuşatmaya karar verdiler. Kuşatmanın üzerinden iki hafta geçmesine rağmen şehrin yüksek surlarla çevrili olmasından dolayı ele geçirilememesi ve Haçlılar arasında hüküm süren açlık Kont Raymond, Flandre Kontu Robert ve Bohemond'un yeni askeri taktikler bulmasını zorunlu kılmıştı. Yoğun saldırılara rağmen Müslümanların bütün çabalarının sonuçsuz kalması Maarra şehrinin, 21 Aralık 1098 tarihinde bir akşam vakti Haçlılar tarafından ele geçirilmesine neden oldu ve Haçlıların zulümleri aynı günün gecesinde başladı.
Maarretünnu'mân şehrinde yaşanan olayların dehşete düşürücü yanı bir Orta Çağ yazarının hatıratında da görülüyordu. Robertus Monachus, Haçlı askerlerinin hiç kimsenin canını bağışlamadıklarını, hatta tek tek öldürmekten yoruldukları için aynı anda birkaç Müslümanı ipe dizdiklerini, şehrin bütün sokaklarının kan gölüne döndüğünü, altın bulma umuduyla cesetlerin içini boşalttıklarını, gençlerin esir olarak satıldığını ancak yaşlıların, engellilerin ya da işe yaramayacakların öldürüldüğünü anlatıyordu. Şehirde yaşanan katliamlardan dolayı hayatını kaybeden Müslümanların cesetlerinin bir kısmı bataklıklara ya da arazilere atılırken bir kısmı ise askerler tarafından gıda olarak tüketilmişti.
YEDİKLERİ SADECE TÜRKLER VE MÜSLÜMANLAR DEĞİL
Kim tarafında yazıldığı bilinmeyen 'Gesta Francorum' (Haçlı Tarihi) adlı eserden aktarılan, "Bizlerden bazıları ihtiyaçlarını karşılayamadılar ve aç kaldılar. Bazıları bağırsaklarında Bizans altını bulacaklarını umarak ölülerin vücutlarını yardılar ve bazıları da ölü etini kesip parçalayarak yemek için pişirdiler" cümlesi dahi yaşanan vahşetin sınırlarını gözler önüne seriyordu. Bazı tarihçilere göre bu insanlık dışı eylemin sebebi Haçlı ordusunun açlık ve sefalet içinde kalmasıydı bazı tarihçilere göre ise keyfiyetten meydana gelen tarihe leke sürecek bir olaydı. Birçok Müslüman ve Türk'ün katledildiği bu hadise tarihe 'Maarra Yamyamları' olarak geçti.
Öyle ki bazı kaynaklarda pazarlarda sebze meyve yerine insanların, kasaplarda ise insan etlerinin satıldığı bile söyleniyordu. I. Haçlı seferine bizzat katılan, 'Historia Lerosolimitana'nın yazarı Aix'li Albert, "Bu şehir civarındaki açlık ızdırabı öylesine muazzam boyutlara ulaşmıştı ki, yapılması şöyle dursun söylenmesi bile tuhaftır. Hristiyanlar sadece öldürülen Türkleri ve Sarazanleri (Haçlı Seferleri sırasında Avrupalı savaşçılar tarafından Müslümanlara takılan ve "Hristiyan olmayan" anlamına gelen ad) değil, aynı zamanda yakaladıkları köpekleri ateşte pişirip yemekten kaçınmadılar" demişti.
AÇ KALDIKLARI İÇİN Mİ YAPTILAR?
Ancak bazı kaynaklara göre yaşanan yamyamlık hadisesi tamamen zaruretten ibaretti. I. Haçlı Seferi'ne katılmış bir rahip olan Fulcheris Carnotensis de bu hadiselerin kuşatma esnasında gerçekleştiğini beyan etmiş ve Haçlıların cesetlerden et koparma hallerini şu sözlerle aktarmıştı:
"Bu kuşatma esnasında adamlarımız şiddetli açlığın neden olduğu cinnetle korkunç eziyetler çekmiş ve çevrede yatan ölü Müslümanların kalçalarından et parçaları kesmişti. Bu parçaları pişirip yemiş, yeteri kadar kızarmamış olan etleri bile vahşice yutmuşlardı."
Normandiyalı bir şövalye olan ve aynı zamanda da gördüklerini kaleme alan Radulf von Caen ise, "Bu utancın faillerinden öğrendiklerimi, işittiklerimi nakletmek utanç verici. Zira yiyecek yokluğundan insan eti yemeye mecbur kaldıklarını söylediler. Müslümanların yetişkinleri çömleklerde pişirildi, çocuklar ise şişlere geçirilip kızartıldı. Hristiyanlar bu etleri iştahla midelerine indirirlerken insanları kızartıp pişiren vahşi hayvanlara benziyorlardı" ifadelerini kullanmıştı.
33 GÜN BOYUNCA DURMADI
Nitekim Haçlıların Tafur (fakir ve sefil Haçlılar) adını verdikleri çeteleri, dağlara, ormanlık alanlara dağılarak Müslüman eti yemek istediklerini yüksek sesle haykırmaktan geri durmadıkları gibi akşam olunca da kamp alanına dönerek buldukları bir cesedi ateş başında toplanarak yediklerine dair anlatılar da mevcuttu. Haçlılar, Maarra şehrinde 33 gün kalmışlar ve bu süre zarfında sadece insanların değil, sokaktaki hayvanların dahi cesetlerini yemişlerdi. Maarra şehrinde yaşananlar, civardaki Müslüman emirlikler üzerinde de büyük bir tesir yarattı.
Tarihi tüm belgeler bu yamyamlığı doğruluyor ancak unutulmaması gereken bir şey var ki o da açlıkla karşı karşıya kalındığında Orta Çağ’da bu tür yamyamlıkların yaşandığı. Cesetlerin kuşatma öncesi mi yoksa sonrası mı yendiği hâlâ tartışmalı bir konu olsa da burada yaşanılanların 'canice' olduğuna işaret eden pek çok karanlık nokta bulunuyor. Geriye kalan ise iki Haçlı komutanın ihtiraslarının kurbanı olan şehir ve büyük acılar çeken Müslüman halk oldu.