26.11.2024 - 06:53 | Son Güncellenme:
Derleyen: Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Mimar Sinan, 375 eseri içinden bazılarına özel anlamlar, mimari sırlar gizlemişti. Yıkılmaz duvarlarıyla hamamlar, köprüler, hanlar gibi sayısız yapı içinde en özel olanları hep camiler oldu. Mimar Sinan’ın Osmanlı sultanları, şehzadeler ve paşalar için tasarladığı camilerin ortak noktası ‘dâhilik’ gerektiren özellikleri olmasıydı. Süleymaniye Camii ‘kıyamete kadar yıkılmayacağı' sözüyle Kanuni Sultan Süleyman için yapılmış ve camide bulunan is odası, içeride yanan kandil ve mumlardan çıkan islerin, hava akımı yardımıyla tahliye deliklerinden geçerek toplandığı yerdi. Odada biriken isler mürekkep olarak kullanılıyordu. Bunun yanında Süleymaniye Camii’nin akustik sistemi de son derece gelişmişti. Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye Camii de dünyanın en özel mimari eserlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Mimarlık tarihinde en geniş mekâna kurulmuş yapısı olan Selimiye Camii, yerden 43.28 metre yüksekteki 31.30 metre çapındaki kubbesiyle dikkat çekiyor. Sadece kalfalık ve ustalık eseri olan 2 camiyle sınırlı kalmayan ‘dâhilik’ Şemsi Ahmet Paşa Camii, onu tanınır kılan adıyla Kuşkonmaz Camii’nde de kendini gösteriyor. Çünkü Mimar Sinan'ın yaptığı hesap, 444 yıldır caminin kubbesini kuşlardan koruyor!
'BANA KUBBESİNE KUŞ KONMAYACAK BİR CAMİ YAPIN'
Üsküdar’ın Salacak sahilinin incisi olan 444 yaşındaki Şemsi Ahmet Paşa Camii, yalnız tek minaresi ve mükemmel teknik tasarımıyla öne çıkan bir eser değildi. Onun İstanbul’un sırlı iklimiyle yaşadığı ilişki öylesine karışıktı ki, eşsiz şehrin rüzgârları caminin kubbesinden elini çekmişti. Tüm şehri okşayan rüzgâr caminin inşa edildiği arazinin üzerinde kendine karmaşık bir yol çizmiş ve küçük kanatlarıyla kuşların orada uçmasına engel olmuştu. Hâlbuki imparatorluğun başkenti, cami duvarlarında kuşlar için yapılmış saraylar ve kuş yuvalarıyla doluydu. Bu şehirde kuşlar sevilirdi. İstanbul’a dışarıdan gelen yazarların da eserlerinde yer eden Osmanlı kuşlarının kanat çırpamadığı tek yer olan Şemsi Ahmet Paşa Camii için ayrılan arazi ise Mimar Sinan tarafından keşfedildiğinde uzun yıllar mimarın dehasının en özel örneklerinden birine sahne olacaktı.
İtalyan Yazar Edmondo De Amicis ‘İstanbul’ adlı gezi ve anı kitabında Osmanlı halkının ve medeniyetinin kuşlara verdiği değeri şu sözlerle anlatmıştı: "Türklerin sıcak bir sempati ve itibar gösterdikleri her türden sonsuz sayıdaki kuşlar. Camiler, korular, eski surlar, bahçeler, saraylar kuş şakımaları, ötüşleri ve cıvıltılarıyla çınlar. Dört bir yanda kanat çırpışları duyulur."
Şemsi Ahmet Paşa, Üsküdar’da yaşadığı Şemsi Ahmet Paşa Sarayı’nın yakınlarında bir cami yaptırmak niyetiyle baş mimar Sinan’a bu talebini bir şartla iletmişti. Mimar Sinan’ın ne yapıp ne edip Paşa’nın istediği gibi kubbesine kuşların konmayacağı ve kirletmeyeceği bir cami inşa etmesi gerekiyordu. Mimarın bunun için pek çok yöntemi olabilirdi. Tıpkı böceklerin ortamda bulunmasına engel olan devekuşu yumurtası gibi kuşların da sevmediği bazı malzemeler İstanbul’da mevcuttu. Bunlardan biri de biberiyeydi. Kuşlar biberiye otunun etrafında pek dolaşmazdı. Ancak Mimar Sinan’ın bir bitkiyle camiyi kuşlardan korumadığı apaçık ortadaydı. O, gözle görülemeyecek bir şeyle kuşların buralarda uçmasına engel olmuştu. Âşık ayıran rüzgâr, Şemsi Ahmet Paşa Camii’nde devredeydi!
İŞİN SIRRI İSTANBUL'UN RÜZGÂRINDA
Eski çağlardan bugüne lodosun, insanlar üzerinde baş ağrısı, halsizlik, nefes darlığı, göz kanlanması gibi etkileri olduğu biliniyor. Hatta bu rüzgârın kötü şöhreti, Bizans döneminde mahkemelerin iptal olmasına, Osmanlı zamanında da kadıların davalarda doğru kararlar veremediği iddiasına neden oluyordu. Lodos estiği zaman denizdeki balıkların bile afalladığı, etlerinin yenmez hale geldiğine inanılıyor. Yüzlerce türe ev sahipliği eden Boğaz'dan lezzetsiz bir balık çıktığında ise ‘lodos balığı’ diye isimlendiriliyordu. 'Âşık ayıran rüzgâr' diye şanı yürüyen lodos ve poyraz, İstanbul Boğazı'nda karşılaştıklarında ise dünyanın en tehlikeli su yollarından biri, Boğaz oluyor. Bu tehlike sadece deniz için değil, kara ve hava için de tehlikeli olabiliyordu. Kuşlar tam da iki rüzgârın çakıştığı noktaya inşa edilmiş olan Şemsi Ahmet Paşa Camii’ne bir türlü yaklaşamıyor ve kurşundan kubbesine konamıyordu. Paşa’nın istediği gibi neredeyse ‘kuş uçmaz kervan geçmez’ bir cami, rüzgârla iş birliği yapıyordu. Mimar Sinan da bu rüzgârların yönünü ve sırrını hesap ederek cami için en doğru noktayı seçmişti. Bu seçim Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin, ‘Kuşkonmaz Camii’ diye ün kazanmasını sağlamıştı. Sinan, yine yeteneğini konuşturmuştu. Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, bir yazısında İstanbul’un bu iki rüzgârına şöyle değinmişti:
“İstanbul’un tepeleri ve Boğaz’ı nasıl rüzgârını şekillendiriyorsa, rüzgârları da tepelerin ve Boğaz’ın etrafında şekillenen kent yaşantısını etkiler. Genel olarak İstanbul için hâkim rüzgâr kuzeydoğudur ve bu yönden esen rüzgâr poyraz olarak adlandırılır. İstanbul’un ikinci hâkim rüzgâr yönü güneybatıdır ve bu yönden esen rüzgâra lodos adı verilir. İstanbul’un mevsimlerini de bu iki rüzgâr belirler. Lodos sıcaklığın yükselmesine sebep olur. Poyraz yazın sıcağını hafifletir. Eskiler bu yüzden, ‘Lodos cehennemden, poyraz cennetten gelirmiş’ derdi. Eski İstanbullular da lodos ve poyraz yüzünden İstanbul’un dört değil iki mevsimi olduğunu söyler. Aslında İstanbul bu iki mevsimi her zaman ve bir arada yaşayabilen bir kenttir.”
MODERN MİMARİ, SİNAN'IN MİRASINI YOK ETTİ
2024’te 444’üncü yaşına basan cami ne yazık ki Mimar Sinan’ın miras bıraktığı gibi günümüze ulaşamadı. Artık Boğaz'da birkaç özel yalı ve cami dışında, bulutlara uzanan gökdelenler var. Şehrin rüzgârı, İstanbul’un mevsimleri eskisi gibi değil. Yazlar daha sıcak, kışlar daha soğuk. Kışın esince sıcak hava getiren lodosun etkisi yanlış yapılaşmayla azaldı, yazın serinleten poyraz da İstanbul’dan mum ateşini üfler gibi geçiyor. Kuşlar ise Şemsi Ahmet Paşa'nın camisini mesken tuttu. Yani Mimar Sinan’ın eserinin kubbesi kuşların uğrak noktası oldu. Üsküdar’ın en güzel noktalarından birinde yer alan Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin kubbesinden kanat çırparak çıktıkları yolculuk, rüzgârların kalkanını etkisiz kılıyor.
Gökdelen ve yüksek binalar rüzgâr koridorlarını kapattıkça, kadim şehrin nefesi olan poyraz ve lodos İstanbul’a ulaşamıyor. İnşaata başlanmadan önce göz önünde bulundurulması gereken rüzgâr koridorları çoğu zaman göz ardı ediliyor. Şehrin hava alacağı, hâkim rüzgâr yönünün etkilenmeyeceği yerlere yapılması gereken yapılar yanlış yere yapıldığında, şehir nefes alınması güç bir kapsüle dönüşüyor. Oysa İstanbul, gökdelenler inşa edilmeden önce doğanın özgürlüğüne önem verilen New York şehri gibi inşa edilseydi bugün Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin kubbesinde hâlâ kuşlar olmayabilirdi.