09.02.2025 - 02:01 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI- “Hep yürüyen biri olmak istenmez, yürümek sürekli izlenimdir, duraklamak ve düşünceyi beklemektir yolun varlık kanıtı.” Dilan Çiçek Deniz ile sohbet ederken hayranı olduğu Nilgün Marmara’nın bu satırları geliyor aklıma. Yapımcılığını Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment’ın yaptığı altı yıldır kapalı gişe oynayan “Amadeus”un Constanze’si olarak izlediğim günden beri şaşkınlık içindeyim. Sohbet ettikçe şaşkınlığım artıyor. Henüz 15 yaşında kitap yayımlamış, 14 yaşında konservatuvara giren Dilan Çiçek Deniz, yapımcılığını üstlendiği ve festivallerden ödüllerle dönen “Dilan Hakkında Konuşmalıyız” kısa filmiyle de yaratıcı alandaki üretimini sürdürüyor. Biz de Dilan hakkında konuşmalıyız dedik ve Dilan Çiçek Deniz ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Amadeus”la yıllardır sahnedesiniz. Işıl Kasapoğlu kendisiyle çalışanların heybesine çok fazla şey bırakan bir yönetmen. O sahneden her indiğinizde sizde neler kalıyor?
Büyülü bir arenada gibi hissediyorum. Çünkü hem sihirli hem de sürekli savaş verdiğimi de hissediyorum. Hem Dilan hem de Constanze olarak. Sahneye çıkınca açık bir yara gibi hissediyorum ve oyun bitince de iyileştiğimi hissediyorum. Bana sadece kariyer anlamında değil mental olarak da iyi gelen, iyileştiren bir tarafı var.
Tiyatro geçmişinize perde açacak olursak, hikâyeniz nasıl başladı?
Ben yedi yaşındayken annem oyun çalıştırıyordu. Annem edebiyat öğretmeniydi. Şiir kulüpleri, tiyatro kulüpleri kurardı. Bir oyunun yönetmenliğini yapmıştı. Anton Çehov’un öykülerinden yola çıkarak Neil Simon’ın yazdığı bir oyundu. Ben de bütün replikleri ezberlemiş, dekora yardım etmiştim. Bütün oyunlarına gidiyordum, o zamandan başladı aslında. 14 yaşında lisede konservatuvara girdim. Sabah liseye gidiyordum, öğleden sonra da İsmail Baha Sürelsan Konservatuarı’na… Çocukluğumdan beri hep anlatıcı olmak istiyordum. Aslında oyunculuk beni seçti ben oyunculuğu seçmedim.
Anneniz de babanız da öğretmen. Bir öğretmen çocuğu olarak büyümek Dilan’ı nasıl şekillendirdi?
Annem edebiyat öğretmeni, babam da sınıf öğretmeni. Yıllarca hep köy okullarında öğretmenlik yaptı. Daha sonra da uzun yıllar Çocuk Esirgeme Kurumu’nda müdürlük yaptı. Aslında ben 18 yaşına kadar bir nevi çocuk esirgemede büyüdüm. Annem okulda oluyordu evde kimse yok ben hep babamın yanına gidiyor, orada kalıyordum da. Bütün tatiller, yılbaşı, okul sonraları hep öyle geçti. Sabah kahvaltıda edebiyat konuşuyorduk, akşam da bir hayat hikâyesi üzerine düşünüp konuşurduk. Annemden edebiyatı, kelimelerin sihrini öğrendim. Babamdansa insanların hayat hikâyelerinin ağırlığını nasıl taşıyacağımı, empatiyi nasıl bir eyleme dönüştürebileceğimi gördüm.
“Dilan Hakkında Konuşmalıyız” tam olarak 2020’ler dünyasını aktarıyor. Böyle bir hikâyeye yapımcı olarak destek olmanızı sağlayan şey neydi?
İşin içinde çok yetenekli pırıl pırıl insanlar var. Yönetmenimiz Umut Şilan, ortak yapımcımız Dilan Süren, başrolümüz Sude Belkıs... Ve hikâye çok güzeldi. Üstüne beraber de konuştuk geliştirmek için. Hatta yönetmenin adı Umut Şilan, ortak yapımcımızın adı Dilan olunca da böyle bir isim koyalım dediler filme, ben de çok iyi fikir dedim. Her yerde şunu açıklamak durumunda kalıyorum: “O Dilan ben değilim.” Film aslında herkes hakkında. Filmde de “Artık başka hikâyeler izlemek istiyoruz,” cümlesi geçiyor. Yaratıcı ekibimizin tümü kadınlardan oluşuyor, setin çoğunluğu da kadındı. Öyle tercih ettik. Bu yüzden 30’una yaklaşan, yönetmen olmak isteyen ama üretemeyen bir hikâye. Biraz ‘gidik’ kız filmi yapmak istedik aslında: Biraz da Dilan hakkında konuşalım!
Bu ay 30 yaşında olacaksınız. 30’lar nasıl bir duygu uyandırıyor?
Küçükken çok büyük bir yaş gibi geliyordu ve zamanın ne kadar hızlı geçtiğine inanamıyorum. Yine genç bir yaş ama 30’un bir ağırlığı, içinde sindirmen gereken bir tarafı var. Bir tür varoluşsal sancı çektiğimi hissediyorum doğum günüme yaklaştıkça. Eskiden boyum hızlı uzadığı için bacaklarım ağrıyordu. O uzama sancısını, o fiziksel sancıyı hâlâ hatırlıyorum. Sanki büyüme sancım da o acıyla eş değer gibi. İçimde sıkışan ve dışarı çıkarmak istediğim bir şey var. Onu da sevdiğim insanlara destek olarak, yapımcılık, oyunculuk yaparak, yazı yazarak bir şekilde içimden atarak büyümeye çalışıyorum.
Çocukluğunuzda edebiyat sohbetleriyle büyümüş, karşılaştırmalı edebiyat okumuş biri olarak favori yazarlarınız var mı?
Şu sıralar Richard Siken’a taktım! “Crush” adlı bir şiir kitabı var, inanılmaz! Küçükken çok Sylvia Plath’çiydim. Büyüdükçe Nilgün Marmara’ya kaydı ilgim. Kadın şairleri daha çok seviyorum; Birhan Keskin, Tezer Özlü, Didem Madak... Aynı anda birkaç kitap birden okuyorum. Şu sıralar Fransız yazar Jean Teulé’nin “İntihar Dükkânı”nı okuyorum. Richard Gary Brautigan’ı çok seviyorum ama onu böyle belli dozlarla ilaç gibi alıyorum. O kadar ağır geliyor ki... Sindirip sonra devam ediyorum.
“Ağaç evde yaşıyorum”
Dilan’ın İstanbul’da evi dışında favori köşeleri var mı?
Sadece evim. Ormanda yaşıyorum zaten o yüzden benim artım o. Ağaç evde yaşıyorum.
Ne zamandır?
5 yıl oldu. Ormanda yürüyüş yapmayı, evimin civarında takılmayı seviyorum. Orman banyosu denen bir şey varmış ya daha terapi gibi. Denizi çok seviyorum. Deniz kıyısında olmayı… Bana iyi gelecek yerlere gitmek istiyorum. Onun dışında şurayı çok seviyorum diyebileceğim yer yok. Odun falan taşıyorum bayağı evde. Yemek yapayım, evi toparlayayım, kitabımı okuyayım modundayım.
Mutfakla aranız nasıl? Pişirmeyi çok sevdiğiniz şeyler var mı?
Mutfakta iddialı değilim. Tatlı yapmayı çok seviyorum. Hatta 10 sene önce mutfak sanatlarında pastacılık eğitimi almıştım.
“Bir nevi koltukta çürüyorum“
Kitapçı gezmek gibi hobileriniz var mı?
Var, hatta Los Angeles’da okurken hep gittiğim kitapçıda bir oyun bulmuştum. O oyunu çevirmeye çalışıyorum şu sıralar. Onu oyunlaştırma hayalim var.
Peki nasıl bir okursunuz?
Sabah uyandığımda okumayı seviyorum ve gece çok geç saatte. Gün içinde çok koşturuyorum ve evle de ilgilenmeyi seviyorum. O da benim diğer terapim. Evi düzenlemeyi, temizlemeyi seviyorum. Altını çizerek okumayı ve daha önce okuduğum kitapları karıştırmayı da seviyorum.
Kadın yazarlar arasında bir gün birinin hikâyesini anlatmak isterim dediğiniz bir isim var mı?
Nilgün Marmara’yı çok istiyorum. Cemal Süreya’lar, Tomris Uyar’lar, Nilgün Marmara’nın evinde toplanırmış. Cemal Süreya, Nilgün Marmara’yla ilgili “Onun için bu dünya başka bir dünyanın bekleme odasıydı,” demiş. O kadar güzel hikâyeler var ki orada. Bir de böyle bir şey izlemedik. Diğer erkek şairlerin, yazarların hikâyelerini izledik. Anlaşılmaya çalışan, anlaşılmadığını düşündüğü için bu dünyadan giden bir kadını onurlandırmak için böyle bir iş yapmak benim en büyük hayallerimden biri açıkçası.
Evde nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Zorunda kalmadıkça evden çıkmıyorum. Güven alanım. Çok huzurluyum, çok özgür hissediyorum evde. Bazen evde hiçbir şey yapmadan vakit geçirmeyi de seviyorum. “Bugün verimli değildim” diye söylenmeye başlarken sonra kendime “Rahatla,” diyorum ve bir nevi çürüyorum koltukta. Yaratıcılığımın ortaya çıkması için sıkılmaya da izin veriyorum.
“Ahmet Telli rock star’ım gibiydi”
Yazdıklarınızı yayımlamak gibi bir düşünceniz var mı ya da ileride yayımlanır diye kaleme aldığınız metinler?
Aslında bir gün yazdıklarımı yayımlamak istiyorum, bakalım. İlk kitabımı yazdığımda çok küçüktüm. Kitap ben 15 yaşındayken basıldı ama içindeki şiirleri 9-11 yaş arasındayken yazdım. Haiku’lara meraklıydım o ara. 15 yaşında basılınca İstanbul, İzmir ve Bursa’da kitap fuarlarında imza günlerim oldu. Bir gün yanımda Ahmet Nesin, öbür gün Ahmet Telli vardı. Yan yana imza veriyoruz, heyecanımı düşünebiliyor musunuz? Ahmet Telli benim rock star’ım gibiydi.
Sosyal medyanıza bakarken en çok dikkatimi çeken şey şuydu; hiç kitaplı bir postunuz yok. Özel bir seçim mi?
Sanırım daha çok kullanmalıyım. Ben daha iş odaklı bakıyorum oraya. Aslında özel alanımı daha geri çekiyorum, sanırım insanların beni tanımalarını çok istemiyorum.
Sanki Dilan’ın kitap kulübü falan olsa...
İnanamıyorum! Daha dün ekibimle konuştuk, onlara “Ben böyle bir şey yapmak istiyorum,” dedim. Neden olmasın!