30.04.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı seyhan.akinci@milliyet.com.tr / Pandemi hayatımızdan pek çok şey götürdü ama birçok insana podcast dinleme alışkanlığı kazandırdı. Tüm dünyada dinlenme oranı her geçen gün artan podcast’lerde kurgu işlerin yükselişi ise dikkat çekiyor. Özellikle ABD’de başarılı podcast dizileri ekrana taşınıyor. İlk akla gelen örneklerden biri de Oscar Isaac’in yer aldığı “Homecoming”... Oscarlı oyuncu Jessica Chastain’in de “The Space Within” adlı podcast dizisinde rol alacağının açıklanması dikkatleri bir kez daha bu yöne çevirdi. Peki, ülkemizde durum ne? Podbee Media kurucuları ve podcast dizilerinde yönetmenlikten oyunculuğa önemli bir deneyime sahip olan Tülin Özen ve Tansu Biçer ile podcast dizilerinin yükselişini konuştuk.
Pandeminin başında dinleyicilerle buluşan “Karanlık Bölge” birçoklarımız için yepyeni bir deneyimdi ve ardından pek çok podcast dizisine imza attınız. “Karanlık Bölge” size neler öğretti?
Tülin Özen: Ses dünyası ile tanıştım ve onunla ne kadar büyük bir dünya yaratılabileceğini, hayal gücüne ne kadar hizmet ettiği gibi şeyleri öğrendim. Teknik bazı şeyler öğrendik. Ama en çok sanırım ses dünyası ile neler yapabilirizi öğrendik.
Tansu Biçer: Ben de sesi öğrenmiş oldum aslında. Ses hakkında bir fikrimiz vardı ama arka tarafa geçince onun limitlerinin ne olabileceği, sesin kendine has bir alatım aracı olduğunu keşfetmek çok güzeldi. Bu başka bir kanal hakikaten. Kitap bir şey, tiyatro bir şey, film bir şey, podcast dizisi de başka bir şey.
Tülin Özen: Radyo tiyatrosu örneklerini biliyoruz, hiç böyle bir şey düşünmemiştik de hayal gücünü ne kadar geliştiriyormuşu burada öğrenmedik elbette. Ama hem yönetmenlik hem oyunculuk yaptığımız için şunu öğreniyoruz; iyi oyuncu izlediğinde oyunculuk çok kolaymış gibi görünür ya... Radyo tiyatroları da öyle görünüyormuş bize. Müşfik Kenter’i izlediğinde “Çıkıp lafını söylüyor, oyunculuk ne kadar basit” dedirtiyor sana, çok iyi bir oyuncu olduğu için. Radyo tiyatrolarında bir mikrofonun başında oturup konuşuyorlarmış gibi tatlı gelen şeyin aslında çok iyi yaptıkları için öyle olduğunu öğrendik.
Birçoğumuzda pandemideki kapanmalar bitince sesle ilişkimizin de zayıflayacağına dair düşünceler vardı. Ama yanıldık! Sizce neden?
Tansu Biçer: Çünkü başka bir boşluğu doldurdu. Kendi anlatım araçları var dediğim şey bu aslında. Dizinin yerini almıyor, onu da vadetmiyor. Gidip kitabın yerini almaya da çalışmıyor. Kendi başına bir şey. Dolayısıyla da buradan yakaladığı bir kitle oldu. Kendi başınalıkla birlikte o kitle de gitgide büyüyecek. Bir de hizmet ettiği zaman aralığı farklı. Bu açıdan çok faydalı. Reklama maruz kalmıyor, çok daha spesifik konular dinleyebiliyor, diğer yerlere göre daha özgür bir alan. Sen başka bir şeyle ilgilenirken tüketebileceğin bir şey hâlinde sana geliyor ve bu da çok önemli. Bu anlamda da seni bir şeye kitlemiyor, yürüyüşünü yapmaya, evini temizlemeye, yemeğini yapmaya ya da çocuğunla oynamaya devam edebilirsin. Rutinini bozmanı istemiyor senden buradan kalıcılaştı bence.
Oscar Isaac’in oynadığı “Homecoming” TV’ye uyarlandı. Şimdi Jessica Chastain’i dinleyeceğiz “The Space Within” podcast dizisinde... Biz de yolun ekrana çıkması eğilimi var mı?
Tansu Biçer: Geleceğiz umarım. Bizim niyetlerimizden biri de bu. “Epik Olmayan Bir Aşk Hikâyesi” bu alanda bir ilk olacak. Bir dijital mecraya taşınacak. Yapımcılar burayı bir araç olarak görürse onların çok faydasına olacak. Çünkü maliyetler arasında uçurumlar var. Podcast’te; ne oyuncuyla, ne makyajıyla, ne kostümüyle, ne dizinin ışığıyla, ne kamera hareketleriyle, ne yönetmen, ne dekorla bunların hiçbiriyle etkileme şansın yok. Podcast dizilerinde tek şansın senaryo. Yapım şirketlerinin en büyük sıkıntısı yazar. Ve yazar arıyorlarsa ya da birtakım yazarları denemek istiyorlarsa burası çok iyi bir alan. Oyuncular için de bir deneme alanı.
Dünyada polisiyenin önemli bir ağırlığı var podcast dizilerinde. Siz seçimlerinizi neye göre belirliyorsunuz?
Tülin Özen: Sevdiğimiz hikâye olması bize yetiyor. Burası zaten özgür kalırsa kıymetli olacak. Diğer insanlar için cazibeli kısmı da bu. Burada “Aman şöyle yaparsak daha çok insan izler” gibi bir şeye bürünürse burası kaybeder. Çünkü diğer taraf zaten büyük reklam anlaşmalarıyla çalışıyor. İki tarafın reklamı aynı da olamaz. Dizilerde bunun için yalıda yaşıyorlar. Fakir insanın hikâyesini anlatacak şeyleri yok çünkü reklam alamıyorlar. Oradaki kıyafeti satamıyorlar. Tamamen oradan gidiyor.
Son podcast diziniz “Hayatta Bir Gün”de dinleyici kitlesi olarak merkezde çocuklar var. Biraz bunu konuşalım...
Tülin Özen: Adına çocuk işi derken utanıyorum çünkü biz de severek dinliyoruz. Hikâyenin yazarı Şeniz Baş arkadaşım. Tanıdığım günden beri onunla bir şey yapmak istiyordum. Şeniz’e “Bize bir hikâye yazar mısın?” dedik. O da birkaç alternatifle geldi, biz de bunu seçtik. Dizide bir zaman koridoru var ve oradan geçip bir sürü dünyaya gidebilen iki çocuğun hikâyesi. Çocuklar için bir şey yaparken çok dikkat edilmesi gerekiyor, onun bu alanda donanımlı olması rahat ettirdi.
“Dinleyicinin duygu dünyasına nüfuz ediyor”
Duygu Dalyanoğlu (K’nın Sesi Podcast Kurucusu):
Hem podcast dizimiz “Kıvılcım”dan hem de diğer podcast dizilerinin gördüğü ilgiden hareketle dinleyici ile kurulan bağın çok önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Sizin üretiminiz dinleyicinin kulağında, günün herhangi bir saatinde ona eşlik ediyor ve onun duygu dünyasına doğrudan nüfuz ediyor. Ve “zihin tiyatrosu” olarak da adlandırılan bu form dinleyicinin kendi hafızasından ve hayal gücünden hareketle öyküyü zihninde tamamlamasına izin veriyor. Bu da daha etkin bir katılımı mümkün kılıyor. Podcast dizilerinin Türkiye’de de başka mecralara uyarlanmasını temenni ediyorum.
“Yaşamadığım bir heyecanı yaşadım”
Elif Erdal:
Çok uzun süredir yaşamadığım bir heyecanı yaşadım. Eskiden kayıtlar tulum alınırdı yani seslendirenlerin hepsi birlikte stüdyoya girer iş öyle alınırdı. Okuma tiyatrosu gibi. Enerjiler birbirine geçer, iş kıymetli olurdu. Bu iş benim için öyle idi. Birbirimize geçirdiğimiz enerji ile heyacanımız katlandı. Ve bence ortaya şahane bir iş çıktı.
“Metnin sürükleyiciliği bizi diri tuttu”
Öner Erkan:
İçinde bulunmaktan son derece mutlu olduğum bir iş oldu “Kefe.” Gerek anlatım dili gerek kullandığı araç bakımından hayallerimize hayal kattığını; edebi olabildiği kadar sinematografik bir hissi olduğunu da düşünüyorum. Dinleyiciyi de aynı şekilde sarmasını umduğumuz bir ahenk yakalamaya çalıştık. Görsel dünyanın devre dışı bırakılması mikrofon başında olayı benim için daha edebi ve imgesel bir noktaya çekti ve bu noktada çok zevkliydi. Bir de kendimi emanet ettiğim güzel bir metin ve sevgili arkadaşlarım olunca bu keyif katlandı. Zorlandığımı söyleyebileceğim kısmı ise yoğun bir konsantrasyon istemesiydi. Ancak metnin sürükleyiciliği bizi diri tuttu.