01.12.2024 - 04:41 | Son Güncellenme:
DUYGU ERDOĞAN
DUYGU ERDOĞAN- Sürdürülebilir ve çevre dostu ekonomiler üretimde artık kimyasalların yerine enzimleri tercih etmeye başlamış durumda. Bu süreç dünyada endüstriyel enzim pazarının hızlı bir ivmeyle büyümesini sağlıyor.
Livzym'in Tuzla'da ürettiği enzimler gıda işleme, tekstil işlemleri, hayvan yemi katkı maddeleri ve biyoyakıt üretimi gibi birçok alandaki ihtiyacı yerli üretimle karşılıyor.
Serdar Uysal ve yatırımcı ortakları tarafından 2014 yılında kurulan Livzym Biyoteknoloji bu alanda yerli endüstriyel enzimler üretiyor. Türk Telekom Ventures da şirkete GSYF (Girişim Sermayesi Yatırım Fonu) üzerinden yatırım yaptı. Şirketin yol haritasını Livzym Biyoteknoloji Kurucu Genel Müdürü Dr. Serdar Uysal anlatıyor...
* Enzim konusundaki eksikliği ya da ihtiyacı birkaç örnekle anlatır mısınız?
Bugün gıdadan tekstile, biyoyakıttan deterjana ve tıbba kadar farklı sektörlerde teknolojik ara girdi olarak kullanılan enzimler, aynı zamanda endüstriyel biyoteknolojinin uygulaması en zor alanı. Örneklendirecek olursak nişastadan kimyasal olarak şeker şurubu üretemezsiniz ama enzimlerle üretim mümkün.
Sütün pıhtılaştırılarak kazeinin çöktürülmesi dolayısıyla peynire giden yol enzimlerden geçer. Deri sanayisinde tüylerin alınması enzimlerle yapılır. Deterjanlarda kirleri düşük sıcaklıkta ve az bir suyla yıkayabilmeyi mümkün kılan enzimler var. Yine tekstilde kotların taşlanmış görüntüsünü eskiden kanserojen kimyasallarla verirken, şimdi bunu enzim teknolojisiyle ve insan sağlığına hiçbir zarar vermeden yapıyoruz. Sürdürülebilir ve çevre dostu ekonomiler üretimde artık kimyasalların yerine enzimleri tercih ederken, bu durum endüstriyel enzim pazarının hızlı bir ivmeyle büyümesinin öncelikli sebebi...
Enzimler birçok sektöre girmiş durumda ve o sektörlerin sürdürülebilir ve daha az maliyetle iş yapmasını sağlıyor. O yüzden çok özel stratejik bir öneme sahip. Pazarın büyüklüğü bugün dünyada 6 milyar doları aşmış durumda. Hatta özel amaçlı enzimler pazarı da dikkate alındığında büyüklük 10 milyar doları buluyor. Küresel endüstriyel enzim pazarının yaklaşık 2 milyar dolarlık kısmı ise Türkiye ve yakın coğrafyasında tüketiliyor. Buna karşılık Türkiye ve yine yakın coğrafyamızın kısa süre öncesine kadar endüstriyel enzim alanında yüzde 100 dışa bağımlı olduğunu ve sadece ülkemizin her yıl bunun için 150 milyon dolar seviyesinde ithalat gerçekleştirdiğini eklemek gerek.
* Bu alanda bir yatırım fikri nasıl doğdu? İlgili eğitim ve gelişim sürecinizi de paylaşır mısınız?
Yurt dışında çalışmalarımı sürdürdüğüm dönemde aklımda hep "Biyoteknoloji alanında ne yaparsam ülkemi bir adım öne geçiririm?" düşüncesi ve hayali vardı. Öncelikle Türkiye'nin endüstriyel enzim alanındaki yüzde yüz dışa bağımlılığını sonlandırma hedefiyle Livzym'i kurdum. Kuruluş çalışmalarına 2014 yılında başladık. Yoğun bir Ar-Ge faaliyeti sürecinin ardından, 2020 yılında da resmi açılışımız yapıldı ve ilk faturamızı 6 yıl 4 gün sonra kestik. Bugün Tuzla Deri Organize Sanayi'de 4000 m2 kapalı alana sahip bir tesiste üretime ve Ar-Ge çalışmalarına devam ediyoruz.
Şu an ise sadece enzim üretiminden öteye geçerek, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi ve diğer ilgili kamu kurumlarımızın endüstriyel biyoteknolojiye verdikleri kıymetli desteklerin katkısıyla, biyoteknolojide ülkemizi global ölçekte bir üretim üssü haline getirmek amacıyla faaliyet gösteriyoruz. Bu süreçte Afrika'dan Rusya ve Orta Doğu'ya uzanan geniş coğrafyanın da ilk ve tek endüstriyel enzim fabrikası olmayı da başardık.
* Hangi sektörlere hangi faydalar sağlanıyor, yerli üretimin değeri nasıl kendini gösteriyor?
Enzimler ve dünyanın geleceği için kimyasal üretimden biyoteknolojik üretime geçme ihtiyacı her şeyden önce sürdürülebilirliğin ana konularından birisi. Sürdürülebilirlik, dünya açısından artık bir tercih değil zorunluluk. Doğaya ve çevreye zarar veren, geleceğe yatırım yapmayan, üretim felsefesi olarak sürdürülebilirliği benimsemeyen şirketlerin geleceğin rekabetçi ekonomisinde ayakta kalamayacağı gibi çok net bir öngörü var.
Yine ülkelerin ve şirketlerin küresel pandemi döneminden çıkardığı önemli bir ders de yerli üretimin önemi oldu. Kendi kaynaklarıyla üretim yapamayan ülkeleri gelecekte zorlu günlerin beklediğini öngörmek hiç de zor olmadı. Bu bağlamda biyoteknoloji alanında yerli çözümler üretilmesi dünyayı bekleyen risklere yönelik stratejik bir hamle. Dolayısıyla Livzym'i Türkiye'nin sürdürülebilir ve zengin gelecek vizyonu açısından stratejik bir yatırım olarak tanımlayabiliriz.
Şirketin değerlemesi 60 milyon $'a ulaştı
* Türk Telekom ile yollarınız nasıl kesişti biraz bahseder misiniz?
Biyoteknolojik yöntemlerle enzim, alternatif proteinler ve postbiyotik alanlarında, 4 farklı disiplini bünyesinde barındıran, dünyadaki nadir şirketlerden birisi olarak konumlanan şirketimizin önemli yatırımcılar tarafından değerlendirilmesinden memnuniyet duyuyoruz.
Türk Telekom uzun yıllardır girişim ekosistemine değerli katkılar sunan ve girişimlerin dünyaya açılmasında önemli rol oynayan bir şirket. Türk Telekom Ventures da son yatırım turumuzda, sürdürülebilir bir gelecek için katma değer üreten ve gelişme potansiyeli yüksek girişimlere destek verdiği yenilikçi vizyonuyla, yolumuzun kesiştiği kıymetli bir yatırımcımız oldu. 2024 yılında gerçekleştirdiğimiz yeni yatırım turuyla 11 milyon dolar yatırım aldık ve şirketin değerlemesi 60 milyon dolara ulaştı. Yeni yatırımları, enzimlerin yanında alternatif protein, hassas fermantasyon ve postbiyotik üretim kapasitesinin artırılması için kullanacağız.
* Yatırım ve büyüme stratejinizde yol haritanız belli mi?
Sürdürülebilir büyüme hedefleri doğrultusunda, stratejik adımlarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Enzimde Türkiye'nin ihtiyacını karşılamak hedefiyle çalışırken, aynı zamanda alternatif protein alanıyla ilgili de çalışmalar yapıyoruz. Alternatif protein yakın gelecekte daha çok gündemde olacak.
Türkiye bu alanda süt, yumurta, et üretimini odağına almayabilir fakat bunların içine girecek olan proteinlerin üretiminde çok ciddi yer alabilir. Bu noktada dünyada çok az ülkenin sahip olduğu bir yetkinliğe sahibiz. Yine plastik atıklarla mücadele ise bugün çevre sorunlarında en önemli başlıklardan biri. Enzimlerle dünyanın plastik sorununa çözüm üretilmesi mümkün. Yakın zamanda bu alanların genişlemesi ve portföyümüzdeki enzimlerin sayısını artırmayı, 5 yıla kadar da 20-25 civarı enzimi portföyümüze katmayı planlıyoruz. Kapasitemizi ise 5 yıl içinde 5 kattan fazla artırmayı hedefliyoruz. Yine ülkemizin dışa bağımlı olduğu amino asitler, organik asitler, probiyotikler gibi diğer endüstriyel biyoteknoloji ürünlerinin üretiminin de yapılması hedeflerimiz arasında. Livzym'de kazanılan deneyim ve oluşturulan altyapıyla, Türkiye'nin biyoteknoloji üretimi alanında yakalayacağı ivmeye önemli oranda katkı sağlamak öncelikli amacımız.
* Türkiye bu alanda ithal eden ülke pozisyonundan kurtulabilir mi?
Ülkemiz her yıl gıda enzim ithalatı için yaklaşık 40 milyon dolar bütçe ayırıyor. Livzym şu an gıda sektörü enzimlerinin yaklaşık yüzde 15 - 20'sini karşılayabilecek kapasitede. Üretim stratejimizde öncelikli alanımız ise gıda ve yem. Araştırmalar gösteriyor ki önümüzdeki 30 yıl yediğimiz gıdadan tükettiğimiz ürünlere kadar tüm alışkanlıklarımız, olumlu anlamda yıkıcı teknolojilerin gelişmesiyle dönüşüme uğrayacak.
Dünyada bu teknolojilere ayrılması beklenen kaynağın 150 trilyon dolar civarında olması öngörülüyor. Bu dönüşümün en önemli üç sacayağı ise biyoteknoloji, mühendislik ve yapay zeka olacak. Dolayısıyla biyoteknolojinin dünyanın geleceğindeki rolünün artacağını söylemek mümkün. Türkiye şu an Livzym'deki üretimle enzimde ithalatçı konumdan ihracatçı konuma geçmiş durumda. Hedefimizde Avrupa ülkeleri var. Yakın zamanda da Avrupa pazarında faaliyetlerimize başlayarak bu konudaki kararlılığımızı gösterdik.
* Özellikle gıda güvenliğinin ana gündem olduğu dünyada alanınızda gıdanın geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün dünyanın sürdürülebilirliği kapsamında gıda ve tarımın geleceği kritik önem taşıyor. UNDP, henüz hayatımızda salgın kelimesi bile yokken 17 maddeden oluşan Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'nı açıklamıştı. İklim değişikliği, ekonomik eşitsizlik, yenilikçilik, adalet ve barış gibi meseleleri de kapsayan bu 17 maddeden belki de en dikkat çekeni yine sürdürülebilirlik ile bağlantılı olarak dünyayı bekleyen küresel açlık ve kıtlık konusu oldu. Çünkü dünyanın sürdürülebilirlikten uzaklaşmasıyla birlikte insanlığı bekleyen en önemli 3 tehdit, temiz hava, temiz su ve yeterli gıdaya erişimin yok olması oldu.
Rakamlar da bunu doğruluyor. Yine UNDP'nin açıklamalarına göre şimdiden 800 milyon insan içecek suya erişemiyor. Açlık çeken insan sayısı ise 850 milyonu aşmış durumda. Dahası takvimler 2050 yılını gösterdiğinde 10 milyara ulaşacağı öngörülen dünya nüfusu içerisinde açlık oranının artmaması için acil çözüm planlarına ve bu kalkınma hedeflerinin tam anlamıyla hayata geçmesine ihtiyaç bulunuyor. Gıdanın sürdürülebilirliği ve kıtlık risklerinin minimuma indirgenmesi için tarımda çok önemli çözümler ve teknolojilerin uygulamaya geçtiği bir dönemdeyiz. Dikey tarım, akıllı tarım, tarımda geleceğin inovatif çözümleri gibi. Tüm bunlarla birlikte gıda sektörünün ajandasında artık yerini belirginleştiren bir alan daha var o da biyoteknoloji.