18.11.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Anlaşılan o ki, yemek üzerinden elitleri ve zenginler sınıfını eleştirmek ama bunu ince mizahla değil de üstüne basa basa, anlamayana tekrar tekrar açıklayarak göstermek, bu seneki sinema modası… Ruben Östlund’un Altın Palmiyeli “Triangle of Sadness/Hüzün Üçgeni”nde yaptığının benzerini “The Menu”de de izliyoruz çünkü.
Merkezden uzak bir adada ünlü şef Slowik’in zenginlere hitap eden lüks bir restoranı var. Hayli yüksek bir meblağ karşılığında buraya gelen paralı müşteriler, nadide malzemelerle yapılmış seçkin yemekleri tadıyor. Ve tabii ki kendini özel ve erişilmez hissediyor. Tyler ve Margot çiftinin de yer aldığı müşteri grubu için yemek ziyafeti keyifli başlıyor. İlginç sunumları ve tavırlarıyla ilgileri üzerine çeken şef Slowik’in onlar için bambaşka planları var halbuki.
AGATHA CHRİSTİE’DEN İZLER
“Game of Thrones” ve “Succession” dizileriyle hayli popüler olan Mark Mylod’un yönettiği, yine televizyon kökenli Seth Reiss ve Will Tracy’nin senaryosunu yazdığı “The Menu” iddialı bir başlangıç yapıyor. Zengin olduklarını anladığımız ama geçmişlerinde birtakım tuhaflıkların olabileceğinin sinyallerini veren kahramanlarımız adaya ayak basıyor. Agatha Christie’nin “10 Küçük Zenci”sinin modern bir uyarlaması gibi ilerliyor film. Bu açıdan merak duygusu sürekli ayakta kalıyor. Ki müşteriler arasında bir de yemek eleştirmeni var. M. Night Shyamalan’ın “Lady In The Water/Sudaki Kız”ında sinema eleştirmenin başına gelenleri unutmadık ne de olsa. Filmin senaryosu, gizemin bitip de şefin planını ifşa ettiği kısımdan itibaren ise bocalamaya başlıyor. Hikâyenin temposu gerilimle daha da yükselecekken yerini parmakla işaret ettiği, yüzeysel sınıf eleştirilerine ve yer yer buna eşlik eden zayıf mizaha bırakıyor. “10 Küçük Zenci”den ya da “Se7en”ın ölümcül günahlarından beslenmesinin zenginliğini yansıtamıyor. Özellikle finale doğru Slowik ile Margot arasındaki gerilimin ulaştığı nokta, ironik olsa da genel anlatıdaki yüzeyselliği devam ettiriyor. Filmin zekice eleştiriler yapma iddiasıyla bu yüzeysel yaklaşımı uyuşmuyor, dalga geçer görünüp kendini fazla ciddiye alan tavrı da… Sonuç olarak, büyük beklentilere girilmedikçe keyifle izlenebilecek bir film “The Menu”. Bunda hiç kuşkusuz senaryodan ziyade oyuncuların payı büyük. Ralph Fiennes’ın azalmayan karizması ve Anya Taylor-Joy’un seyirciyi diken üstünde tutan mimikleri, filmden kalan kazanç oluyor.
Farklı bir havuz problemi
Aydın Orak’ın yazıp yönettiği “Sabırsızlık Zamanı”, derslerdeki havuz problemini çocukların gerçek hayatına taşıyor. Diyarbakır’ın yoksul bir mahallesinde yaşayan iki kardeş, aşırı sıcaktan kurtulmanın çözümünü, yakındaki zenginlerin oturduğu sitenin havuzuna girmekte arıyor. Ancak sitenin güvenlik görevlisi sürekli karşılarına çıkıyor.
Bir noktadan sonra o havuz, kardeşler için takıntı hâlini alıyor.
Feride Çetin, Pelin Batu, Rıza Sönmez ve Aydın Orak’ın da rol aldığı film, çocukların gözünden bir nevi sınıfsal direniş hikâyesi anlatıyor. Samimi ve nahif bir fikirle yola çıkan yapımda, çocuk oyuncuların doğallığının bazen kontrol edilememesi ve mesajların didaktik şekilde verilmesi, anlattığı direniş öyküsünün sinemasal etkisini azaltıyor.