Murat Beşer2006 Temmuz’unda, 32 kişilik oda orkestrası eşliğinde İstanbul Caz Festivali için parlak bir açılış yapan Chick Corea, bu kez sahnede tek başına... Takvim yapraklarının 15 Ocak 2007’yi gösterdiği zamanın tek sıkıntısı, Michael Brecker’ı yitirmiş olmamız. Bir müzisyeni müzikle uğurlamanın yerindeliğini öğretiyor bize bu akşam, Bay Corea.
Eski mesai arkadaşının anısına çaldığı konserde bir başka neşeli. Daha evvel rock konserleri organize eden çılgın ve neşeli insanların oluşumu RTN firmasının kulisinden mi nasiplendi, yoksa konserin son dakikasına kadar otel odasında üzerine çalıştığı yeni albümünün verdiği keyfiyet mi? Nedeni ne olursa olsun, Bay Corea bu akşam pür neşe.
Hazırcevap ve muzip
Parmaklarından evvel çenesini çalıştırıyor. İstanbul’u büyük bir odaya benzetiyor; aşinalığından dolayı kendi oturma odasına. Stand up yeteneklerine kavuğu ters giydirecek kadar hazırcevap ve muzip. Dinleyicinin soğuk ciddiyetini kırıyor birkaç espriyle.
Önceki konserinden tanıdığımız kısa kollu, çizgili, koyu renkli gömlek de yardımcı oluyor komediye. Bay Corea altı aydır hiç kıyafet değiştirmemiş kadar partal.
Kıyafeti, davranışları ve tüm zamanlarından oluşan repertuvarıyla Lütfi Kırdar’ı şahsi çalışma odasına dönüştürüyor Bay Corea. Bizi de ona kahveye gitmiş dostlarına. Misafirperver ev sahibi denemelerini içine kattığı yorumlardan oluşan parçalarla bir hediye buketi hazırlamış.
Gözünüz korkmasın. Melodik yapının hâkim olduğu, izlenimci tümcelerden oluşan denemeler bunlar. Bildiğimiz parçaların içinden usulca geçip gidiyorlar. Bay Corea’yı iyi bilen dinleyicilerin gözlerinin önünden plak kapaklarından oluşan bir film şeridi akıyor.
Cole Porter’ın “Kiss Me Kate” müzikalinden seçtiği “So in Love”, piyano tuşlarının kendisine yetmediğini gösteriyor. Arada dikilip tuşların uzandığı telleri tokatlayarak gök gürültüsüne benzer sesler çıkarıyor, parçanın dramatik yapısını artırıyor.
Peş peşe üç parça geliyor Bill Evans’tan; “Turn of the Stars”, “Very Early” ve “Waltz For Debbie”. İnternetten indirmiş notaları. “Hiç mahsuru yok” diyor, sörf canavarı bir afacan gibi gülümseyerek.
Tül perde şeffaflığında, kadife kumaş yumuşaklığında ve birbirine nazikçe eklemlenmiş zarif duygular eşliğinde çalıyor. Modern bir solukla yorumluyor. Ait oldukları yıllardan koparıp modern dünyanın karmaşık ortamına salarcasına.
Tempo tutan ayağının ahşap zemin üzerinde çıkardığı tok ses, davul kick’i oluyor eski zaman kokulu doğaçlamalara. “Round Midnight” yorumu, melankoli ve hüzne, yaşama coşkusunun teknik varsıllığını armağan ediyor. Ardından en etkilendiği piyaniste, Bud Powell’a geçerek ilk seti bitiriyor, Bay Corea.
Büyükler için çocuk şarkıları
“Çocuk Şarkıları” (Children Songs) çalacağı ikinci sete başlamadan evvel yine hiciv dolu bir diyalog kuruyor dinleyicisiyle. Öndeki boş koltuklardan birini kapmak için kamburunu çıkararak koşturanlardan, pata küte öksürenlere kadar herkes nasibini alıyor Bay Corea’nın mugallitçiliğinden.
Bartok eğitiminin ardından kaleme aldığı bu küçük, kısa ve sevimli parçaları çalarken çarşafa doladığı sayfaların arasında kayboluyor Bay Corea. Partisyonlarını arayışı, beceriksiz Şarlo sahnesi komikliğinde.
Bay Corea’yı görüp dinleyebileceğimiz en minimal vaziyet bu. Harry Potter sekanslarını seslendirircesine eğilip bükülen notalardan, bazen masalsı bir mahlukat fırlayarak sahnenin ortasına geliyor, bazen de Harikalar Diyarı’ndaki Alice soluklanıyor.
Bitirirken çaldığı “Armando’s Rhumba” ayakta alkışlanıyor. Önünde sadece bir piyano da olsa, klasik müzik dinleyicisi ciddiyetini, cazın sıcaklığı ile ısıtıyor. Dinleyiciyle kurduğu piyano vokal düeti ise konserin interaktif sonu oluyor.
Bir müzisyenin hayalleri, tutkuları, eserleri, aşkları ve ustalar; bu gece bir piyanonun başında geçen 150 dakikaya sığıyor. Yakın bir dostunu yitirdiği günde, solo piyano konserini bu kadar şen şakrak bir hale çevirmek, sanatçılığın en katmerli hali olsa gerek.